Takım Kurtaran Rapor
Rapor, bizim insanımızın aşina olduğu bir kelime. Günlük pratiğimizde azımsanmayacak bir yeri var…
Okulda devamsızlık sınırına dayanan öğrenciden rapor isteniyor. Üniversite sınavı yaklaşırken, lise son sınıflarda -şükürler olsun ki hiçbir hayati tehlikesi olmayan- salgın ve sanal hastalıklar ortaya çıkıyor, neredeyse sınıfın tamamı rapor alıyor…
Tahsilini tamamlayanlar hangi işe başvursalar, tam teşekküllü bir hastaneden “sağlam raporu” isteniyor. Enteresanlığa bakın ki, işe “sağlam” başlayan insanlar, daha sonra sıkça “hasta” raporu alma girişiminde bulunuyorlar; özel işlerini halletmek, yorulan bacaklarını kanepede dinlendirmek veya tatillerini uzatmak için hep “rapor” peşinde koşuyorlar.
Daha okul sıralarında, iş başvurularında insanımızın aklına düşürülen “rapor”, zamanla çok tanıdık bir kelime haline geliyor, hatta bir “vatandaşlık hakkı” vasfına kavuşuyor ve işte belki de bu nedenle spor sayfalarındaki, yoğunluğu giderek artan, içinde “rapor” kelimesi geçen haberleri kimse yadırgamıyor.
***
Rapor haberleri, spor medyasının diğer birçok ürününden farklı olarak, peryodik, mevsimsel özellikte değildir. Ne zaman ve hangi kulüp için uçvereceği önceden pek kestirilemez. Bir takımda işler yolunda giderken, oradan pek “rapor” haberi çıkmaz. Buna karşılık, saha sonuçları kötü gitmeye görsün, öyle bir “rapor” haberi sürecine girilir ki, bazen önünü almak mümkün olmaz.
Basından izlediğiniz gibi, Süper Lig’in 2002-2003 sezonunun ilk raporlu haberleri iki asırlık kulübümüzden geldi. Her zamanki gibi, müthiş paralar harcayarak ve sadece ülkemizde değil, Avrupa’da da büyük başarılar hedefleyerek yola çıkan bu iki kulübümüzün iki cephede de hayal kırıklığı yaratan sonuçlar elde etmesi yöneticileri harekete geçirdi ve teknik heyetlerden “ayrıntılı” raporlar istendi.
Yine basından öğrendik, köklü kulüplerimizden birinde teknik patronun raporu bekleniyor; bir diğerinde ise teknik direktör raporunu çoktan hazırlamış ve Başkan’a vermiş bile. Haberin başlığı çarpıcı: “Rapor, Başkan’ın cebinde!” Yazılanlara bakılırsa, Başkan bey şimdilik raporu kimseye açıklamıyor, gizliden gizliye cebinde dolaştırıyor. Bu sürüncemenin, UEFA Kupası maçları nedeniyle yaşanan hassas durumdan kaynaklandığı söyleniyor. Kimbilir, belki de, raporu cepte tutup piyangonun kime çıkacağını açık etmemek, raporu okuyup bir an önce önlem almaktan daha etkili bir çözüm yoludur da, ondan öyle yapıyor…
***
Yazımızın girişinde “rapor” kelimesinin sağlık konusundaki yansımalarını hatırlattık ama bizim ülkemizde ve komşu coğrafyalarda rapor denince akla başka şeyler de geldiği gerçeğini atlamış değiliz. Mesela, “rapor etmek” deyince, jurnalciliği anımsamamak mümkün mü? Bu tarafların insanı sever bu işleri, başkalarını jurnalleyip rapor etmeyi. Futbol takımları bünyesindeki rapor merakının ana kaynaklarından biri ve “köstebek” tartışmaların menşei de budur işte. Kulüplerin bünyelerinde gerek rapor etmeyi, gerekse rapor istemeyi sevenler bulunur mutlaka. Bu muhteremleri, normal şartlar altında diğer insanlardan ayırmak pek kolay olmaz, ta ki işler ters yüz olana, takım tepetaklak gidene kadar…
Bazı kulüplerde ve bazı zamanlarda bu rapor işinin akla hayale sığmayacak ölçüde abartıldığı da görülebilir. Yönetim ya da başkan, sadece teknik patrondan değil, birden fazla kaynaktan rapor isteyebilir. Bazen durum öyle bir hal alır ki, hayatında iki satırlık mektup bile yazmamış futbol adamları, menacerler, futbol şubesi sorumluları, yardımcı antrenörler, takım kaptanları ellerinden kalemi kağıdı düşürmemeye başlarlar. Hatta olayın daha da kompleks bir vaziyete bürünmesi de olasıdır ki, bu durumda bazı “etkin” yöneticiler, başkandan ve yönetimden bağımsız ve dahi habersiz olarak raporlar talep edebilirler.
Rapor kaynağının ve sayısının artması, beraberinde yeni sorunları da getirir tabii. Rapor dediğimiz meret, sadece teknik patrondan istenmişse, başkanın işi kolaydır. Yukarıda söz edildiği gibi, koyar mektubu cebine, istediği kadar orada tutar, uygun bulduğu anda ortaya çıkarır, işleme koyar. Oysa, kaos derinleşmiş ve rapor sayısı artmışsa, başkanın işi de zorlaşmış demektir. Hemen okumaya ve değerlendirmeye başlasa bile hepsinin hakkını vermek bazen haftalar alabilir ve bu süre zarfında takımdaki dejenerasyon hükmünü sürdürebilir. Başkan, raporları -şimdilik- cebine koymayı tercih ettiğinde ise başka bir sorun baş gösterir ki, bu da oylum, yani hacim sorunudur. Örneğin, eylül ve ekim ayları gibi pastırma yazına denk gelen tarihlerde, başkan, meteorolojik koşullarla paralel şekilde tiril tiril giyinmektedir ve bunca raporun astarsız keten ceketinin cebine sığması olanaksızdır. Her ne kadar, raporları gömleğinin içine yerleştirmeyi deneyebilirse de, bu kez, camia mensuplarının sorularına hedef olması kaçınılmazdır: “Ne o başkan, biz üzüntüden yemeden içmeden kesildik, maşallah sen kilo alıyorsun!” Elbette başkanın, bu serzenişe “Ne yemesi arkadaşlar, benimki bira göbeği. Kahrımdan içkiye verdim kendimi!” şeklinde cevap vermesi mümkündür, ama inandırıcılığı düşüktür. Ne var ki ve yüce rabbime şükürler olsun ki, gerçek kaos ortamları, genelde sezon başında değil, daha ziyade sezon ortalarına ve havaların iyiden iyiye ayaza kestiği günlere denk gelir. Başkan da artık tok kumaştan dökümlü paltosunu giymiştir ve şimdi, geniş ceplerinin puro bölmelerinden arta kalan kapasitesiyle neredeyse sınırsız miktarda mektup taşımayacak donanıma sahiptir. Antreman çıkışında sıcacık ofisine gidip, bir yandan kestane kebap yiyebilir, bir yandan da istediği raporu açıp okuyabilir…
***
Biliyorum, içinizde bir merak, bir umut, düşünüyorsunuz ki, başkan yazılan raporları okuduğu zaman işlerde bir düzelme olacak mı? Sizleri asla üzmek istemem ama, maalesef olmayacak; çok büyük ihtimalle olmayacak. Nedenini, geçenlerde yazdığım “Lige verilen ara” yazısında bir parça açıklamaya çalışmıştım. Büyük hedeflere ulaşmanın yolu, uzun vadeli planlardan geçer. Ani refleksler, ara hesaplar, pansuman tedbirlerle ancak geçici iyileşmeler sağlanabilir. Dahası, sadece maddi hamlelerle sportif faaliyetlerde iyi ve kalıcı sonuçlar olmak da çok zordur. Geçerli ve saygın bir felsefeniz, oturmuş ve doğru işleyen bir sisteminiz yoksa başarı şansınız da yok gibi bir şeydir. İstediğiniz kadar rapor isteyin, hatta “ayrıntılı” rapor isteyin, bu acı gerçeği değiştiremezsiniz. Dilerseniz güvendiğiniz adamlarınızın verdiği rapora dayanarak teknik direktörünüzü kovun, dilerseniz teknik adamın verdiği ayrıntılı raporda takımdan gönderilmesi istenen oyuncularınızı, ara transferde, halk arasında “hava değişimi” adı verilen rapor misali başka kulüplere kiralayın, umduğunuz sonucu alamazsınız. Raporları kimlerin yazdığı veya kimin okuduğu da hiç önemli değildir, asla olumlu bir sonuç elde edemezsiniz. Sadece, “haber” değerinizi korumakla yetinirsiniz.
***
Diyeceğim o ki, sevgili futbolseverler, bazı gerçekleri kabul etmediğimiz, akılcı ve kalıcı önlemleri doğru zamanlamayla almadığımız sürece daha çok “rapor” haberi, daha çok köstebek hikayesi ve nice nice kaoslar görürüz futbol takımlarımızda, spor sayfalarımızda. Zaten kafayı futbola takmış bir milletiz. Tuttuğumuz takım kötü gidince, buna bir de ekonomik kriz falan eklenince, ruhsal dengemiz tümden alt üst olabilir, Allah saklasın. Sonra, insanlar birbirine bizi işaret eder ince ince, çaktırmadan: “Aman abi, ona ilişme; raporu var!”