Gelenek ve Yetenek; Başarılı Ve Örnek: Kısaca, Trabzonspor
Doksan altıdan bu yana, tam sekiz sezondur acıların takımı olan Trabzonspor’un, bugün şampiyonluğun ciddi bir adayı olması karşısında şaşkınlık ifade eden o kadar futbolsever var ki!
Geçtiğimiz sezonu -Türkiye Kupası’nı kazanmakla birlikte- ligde istediği yerin çok altında tamamlayabilen, 2003-2004 sezonuna ise beklenmeyen ve tahammülü güç sancılarla giren Trabzonspor, ilk yarının sonlarına doğru sıralamada ikinciliği yakaladığında kimse şaşırmamıştı oysa.
Futbol olarak ve takım birlikteliği açısından ligin sekizincisi bile olamayacak durumdayken gelen “kışbaşı” ikinciliği insanları niye etkilememişti; bugün neden şaşkın bir güruh var acaba?
Trabzonspor hak ettiği yerde mi?
Soruları sıralayalım: Trabzonspor hak etmediği kadar mı yüksekte? Bu kadar uzun soluklu bir seriyi şans eseri mi yakaladı? Sadece yeni hocaya bağlı bir düzelme mi oldu?
Birincil konusu Trabzonspor olmayanlar için farklı cevaplar vermek mümkün bu sorulara. Ancak, Trabzonspor’u yakından tanıyanlar, son yıllarda izlediği yolu bilenler için yanıt vermek kolay: toplu bir “hayır”
Tamam, Trabzonspor’un kadrosu çok geniş değil, maddi imkanları zirve rakiplerine göre daha kısıtlı; ama buna karşılık Trabzonspor o denli kendine özgü ve o denli potansiyel sahibi ki. Dahası, herkesin dikkatinin başka yönlere çekildiği, Trabzonspor’un gözlerden uzak kaldığı dönemlerde hiç durmadı ki Trabzonspor’a emek verenler…
Gelenek ve yetenek
Hep söylerim, zirve mücadelesi yapmanın iki koşulu var: gelenek ve yetenek… Bunların ikisi de Trabzonspor camiasında mevcut. Yani bir nüve, bir çekirdek var hazırda bekleyen. Ya da bir kartopu diyelim. Böyle camialar, ellerindeki potansiyeli hatırladıkları anda, çok beklenmedik çıkışlar yapabiliyor işte, içlerinde var olan başarı gelenekleri ile. O kartopunu yere bırakıyorsunuz. Bir ivme, yuvarlana yuvarlana bir çığ oluyor, önünde zor duruluyor. Trabzonspor’un da sırrı bu.
Kongre’nin öncesi ve sonrası
Aktüel analizine girelim işin. Hoca faktörü var mı gerçekten? Var, hem de önemli ölçüde. Geçen sezonun son lig maçlarını yasak savarcasına tamamlayan Samet Aybaba -kendi tarzına uygun bir şekilde- yeni sezona resmen kalmış, ruhen gitmiş bir biçimde başlamıştı aslında. Üstüne bir de Özkan Sümer’in resmen gitmiş, ruhen kalmış hali eklenince işler tümden sarpa sarmıştı. Kongreden sonra, bunlar düzeldi öncelikle. Aktuğ ve arkadaşlarının ciddiyeti, ilgisi ve şefkati, hoca seçimindeki isabetleri ve benim hiç inanmadığım “ara transfer”deki çifte başarıları işin rengini giderek güzelleştirdi.
Ziya Doğan neler yaptı?
Ziya Doğan’ın Samet Aybaba’dan farkları var. Daha doğrusu fazlaları. Başarısızlıkları, yetersizlikleri oyuncularına fatura etmiyor mesela. Daha olgun bir kişiliğe sahip yani. Eksiğini, yanlışını gördüğü futbolcuları dışlamak yerine kazanmayı biliyor: Yattara örneği gözler önünde. Malatya’da başlattığı büyüleyici düzeydeki “takım oyunu” anlayışını kısa sürede enjekte etme gibi bir gücü var. Elindeki malzemeden en iyi eseri çıkarıyor; az konuşuyor, çok çalışıyor.
Doğan’ın ilk işlerinden biri, takımının fizik kondisyon açığını kapamak oldu. Bu arada, Trabzonspor’un bir başka büyük eksiğini giderdi: savunma kurgusunu oturttu. Trabzonsporlu savunma oyuncuları, nerede duracaklarını biliyorlar artık; tıpkı geçen sezonun Ronaldo-Zago büyüsü gibi. Orta sahadaki soruna da alternatif üretmeye çalıştı Ziya hoca. Macera aramadı, olmayacak duaya “amin” demedi ve orta sahayı, beceremeyeceği bir yaratıcılığa değil, ellerinden gelebilecek bir takipçiliğe, alan daraltmacılığa planladı. Topu iyi kullanamasalar da, hiç değilse rakibin iyi kullanmasını engelleyen bir orta sahası oldu Trabzonspor’un.
“Fatih Tekke – Gökdeniz Karadeniz” ikilisi
Şurasını kimse tartışmıyor ki, Trabzonspor’un en büyük silahı bu iki oyuncunun birlikteliği. Geçen sezon biri iyi oynadığında diğeri etkisiz kalan, biri parladığında diğeri görece solgun kalan bu iki oyuncunun, özellikle Ziya Doğan yönetimindeki “sinerji”sine dikkat etmek lazım mutlaka. Trabzonspor’un başarısının altındaki ana temayı, bu ikilinin gol sevinçleri sırasında, birbirlerine sarıldıklarındaki gülüşlerinde yakalayabilir, görmek isteyen gözler. Bir dönemin Arçil-Şota iletişimdeki sihri, bu kez “9” ve “61” nolu “ruh ikizleri”nin yüreğinde, kafasında, ayaklarında yakaladı Trabzonspor…
Sadece ikisi değil…
Trabzonspor’un başarısını “Fatih-Gökdeniz” ikilisine yüklemek doğru olmaz ama. Trabzonspor, bu iki oyuncunun hücum özelliklerinin dışında, bir “savunma takımı” aslında. Temelde savunmasını sağlam tutan, takım yardımlaşması üzerine kurulu bir anlayış onlarınki. Önce gol yemiyor. Çünkü biliyor ki, nasılsa bu ikili ile, olmazsa Yattara ve Mehmet Yılmaz gibi iki “yedek” silahıyla gol bulacak bir ara. Yoksa, ne kadar yerse yesin, Fatih-Gökdeniz ile hep bir fazlasını atan bir takım değil Trabzonspor. Asla. En az gol yiyen takım olma özelliği ve gol yediği maçların sayısının azlığına bir bakın lütfen…
Kart sorununu aştılar.
Samet Aybaba’nın Trabzonspor’u geçen sezon çok az kart görmüştü. Ne yazık ki bu sezon, daha hazırlık maçlarından başlayarak bir kart ve ceza sorunu oldu Trabzonspor’un. Bu kart sorunun aşılması da son dönemdeki çıkışın sırlarından biri mutlaka. Hakemlerin Bordo-Mavili oyunculara hoşgörülü yaklaştıklarını sanmayınız. Bu bir özdisiplin başarısı. Başkanından hocasına bir pozitif enerji çalışması burada yaşanılan. Oyuncular, önce başkanlarına ve hocalarına güvendiler, sonra kendilerine. Büyüklerinden, az konuşmayı, tartışmadan uzak kalmayı, kendi işlerini yapmayı öğrendiler kısa sürede. Zaten Trabzonspor’un geleneğinde olan bir şeyi yani.
İlk hedef: Örnek olmak
Trabzonspor, bu sezon şampiyonluğu yakalar ya da yakalayamaz, orasını bilemeyiz. Ancak bildiğimiz bir şey var ki, Bordo-Mavililer, epeydir kaybettikleri sempatiyi, beğeniyi, futbol adına minneti kazandı bu sezon futbol kamuoyundan. O zaman… bir slogan daha yeni bin yılın Trabzonspor’undan: Trabzonspor’un yeniden şampiyon olması elbette önemlidir. Lakin daha önemli olan, Trabzonspor’un ülke futbolu için yeniden örnek bir kurum olabilmesidir.” Trabzonspor bunu başardı işte. Adı süper, futbolu cılız bir ligdeki şampiyonluk mücadelesinde kimseye bulaşmayıp, kimseyle dalaşmayıp kendi işine bakarak, sadece işini yaparak…
Bazılarının derdi!
Bir takım spor medyasındaki “Anadolu Dayanışması”, “Karadeniz Takımları”, “Trabzonspor kayrılıyor” bağırışları mı? Orası kendilerini bağlar sadece. Yıllardır, İstanbul deplasmanına geldiklerinde açık futbol oynayıp fark yiyen taşra takımlarını “pozitif futbol” oynamakla apoletlendirip, savunmasını sağlam tutup da sürpriz golle puan koparanlara “çağdışı anlayış” mahkumiyeti verenlerin, Trabzonspor’un boynu bükük döndüğü İstanbul maçlarından sonra “Nerede o eski Trabzonspor?” diye timsah gözyaşları dökenlerin, Trabzonspor’un yetiştirdiği her yıldızı her Allah’ın günü İstanbul kulüplerine transfer edenlerin (!) dürüstlüğü kadar olsa gerektir bu feryatların doğruluğu. Var olanı yokmuş, olmayanı varmış gibi göstermeye çalışmaktır zahir bu gibilerin temel vazifesi. “En iyi Trabzonspor uyuyan Trabzonspor’dur” bazılarına göre, bu açık. Ve bir soru da benden: Bu ülkede Trabzonspor’un şampiyonluğunu arzulayan insanların ortak hareket noktası, en temiz ve efendi yarışmacının Trabzonspor olduğunu görmeleri olmasın sakın?
Sonuç:
Sözün özü… Önce alkışı hak etti Trabzonspor ve alıyor bolca. Peki kupalar mı? Bugün sergilediği takım futbolu ve attığı jeneriklik gollerle zirveleri hak ediyor ya… gerisini “futbol” bilir işte.2004