Düdüklerin Efendisi
Bugüne kadar pek adını sanını duyamadığımız Yeni Zelanda sinema sektörü, öyle cesur öyle delikanlı, öyle iddialı bir yapımla dünyaya açıldı ki, şapka çıkarmamak mümkün değil. Adamlar, John Ronald Reuel Tolkien’in fantastik üçlemesi Yüzüklerin Efendisi’ni, 300 milyon dolara yakın bir harcamayla beyazperdeye uyarladılar ve aynı anda dünyanın dört bir yanındaki 10 bin salonda gösterime soktular. Helâl olsun, keseleri dolsun…
Bendeniz, ilk fırsatta gidip filmi göreceğime dair çoktan kendime söz verdim vermesine de, bu ara Yüzüklerin Efendisi’nden daha önemli bir konu var gündemimde: Düdüklerin Efendisi !..
***
Efendim, bu alemde, iki cihanda, başlıca üç efendi var, desek yalan olmaz hani. Birincisi, bu, Yüzüklerin Efendisi’dir ki, tüm dünyanın sinema salonlarını aynı anda doldurursa doldursun, edebi yönden ne denli değerli olursa olsun, nihayetinde bir masalı tanımlar. İkincisi, kâinatın efendisidir ki, tüm hak dinlere göre tek gerçek, ezeli ve ebedi efendi O’dur. Sonuncusu ise sadece ve sadece bu garip ülkede hüküm sürmektedir ki, adına Düdüklerin Efendisi denir!..
Bu Düdüklerin Efendisi, enteresan bir şeydir. Aslında, her gün gazetelerde ve ekranlarda sıfatını gördüğümüz ölümlülerden oluşan bir komplekstir; lâkin şeklinin şemailinin tam olarak tanımlanması, “Aha budur ! ” denmesi kolay olmayan bir canlı türüdür. Bu efendi, Türk futbolunu canı istediği gibi sevk ve idare eder. İstediğini batırır, istediğini çıkarır. Şampiyonluğa ulaşacakları, şampiyonluğu kaçıracakları, ligde kalacakları, ligden düşecekleri hep o belirler…
Düdüklerin Efendisi’nin adalet dağıtmak gibi bir kaygısı, sorumluluğu ve görevi yoktur. O, zamanla değişim gösteren bazı değerlerin, hassas dengelerin rehberliğiyle istediğine istediği kadar adalet dağıtır. O’nun gözünde, hak ve hukuk lüzumsuz kavramlardır; emeğin, alın terinin hiçbir değeri yoktur. Kendisinin uygun görmesi yeterlidir; birinden çalar ötekine verir. Üstelik, bu aktarma işlemini, Robin Hood gibi asil bir amaçla da yerine getirmez; Düdüklerin Efendisi, devamlı fakirden ve mazlumdan alır, zengine ve güçlüye verir.
Dedik ya, Düdüklerin Efendisi kompleks bir yapıya sahiptir; yanar-döner bir gökkuşağı, kirli bir mozaiktir. O’nu her hafta ayrı bir simaya benzetir; ancak adını bir türlü tam olarak koyamazsınız. O, size bir an bir federasyon yetkilisi gibi görünür, bir an bir kulüp yöneticisi, bir an bir baskıcı spor yazarı, bir an spora dadanmış bir siyasetçi, bir an bir nüfuzlu zat…
***
Ben, Düdüklerin Efendisi’ni uzun zamandır tanırım. Benim kulübümden de çok alıp, daha güçlüsüne, daha yaygınına çok vermiştir emeklerin karşılığını. Yine de, asıl hedefi, benim kurumundan daha da sahipsiz olanlardır. O, kendince yeterli bir neden bulduğu an devreye girer; utanmaz, sıkılmaz, usanmaz. Kendini, hep farklı nedenlerle ve fakat hep haklı görür. Her müdahalesinin bir mantıklı (!) dayanağı vardır.
Ben, Düdüklerin Efendisi’ni en son Gençlerbirliği-Trabzonspor maçında gördüm. Bir takımın emeğini, hepimizin gözü önünde çalıp bir diğeriyle pay ettirdi. Üstelik, bir puan da boşa gitti. O, bunu yaparken yine hiç utanmadı, sıkılmadı, korkmadı. Daha çok bağıranın, daha çok küfredenin, daha cüretkâr olanın haklılığında karar kıldı.
***
Tolkien, Oxford görmüş bir aydın, bir profesör ve bir edebiyat emekçisiydi. Ve, emeğinin karşılığını, ölümünden 28 yıl sonra bile, Yüzüklerin Efendisi vasıtasıyla, tüm dünyada almaya devam ediyor. Ben Tolkien’i beğeniyle okuyor ve saygıyla anıyorum. Öte yandan, 28 yıldır takip ettiğim Türkiye Ligi’ndeki emek hırsızlarını ise şiddetle kınıyorum.
Hakları ve emekleri, benim kulübümden çok daha fazla sıklıkta ve büyüklükte gasp edilen kurumlar bağışlasınlar; ama ben kendimden örnek vermek zorundayım: Bu sezon, Trabzonspor ne zaman biraz kıpırdansa, karşısına hep Düdüklerin Efendisi çıktı. Galatasaray, Rizespor ve Gençlerbirliği maçları herkesin gözü önünde oynandı. Bu maçlarda verilen ve verilmeyen penaltılara, ikili mücadelelerdeki hakem takdirlerine bakınız, gerçeği göreceksiniz: Belki doğrudan Trabzonspor’un önünü kesmek için değil, fakat değişik nedenlerle ve sonuç olarak Trabzonspor açık haksızlıklara uğratılmış. Tam da kaderini değiştireceği, iç ve dış kuşatmaları delip kaçacağı, özgürlüğüne kavuşacağı noktalarda hep tökezlemiş, tökezletilmiş. Keyfiyetin en veciz ifadesi Tolkien üstattan geliyor yine: “Kaçış ihtimali en çok kimi telaşlandırır? Kimi olacak, gardiyanları ! ”
Yüzüklerin Efendisi üçlemesi, “Yüzük Kardeşliği” adlı ilk bölümüyle çıkıyor karşımıza; Türk futbolu ise “düdük kardeşiliği” arıyor hâlâ. Oyunlar kardeşçe oynansın, puanların kardeş payı edilmesinde değil adalet ve asalet, sadece kardeş payı çalınsın düdükler, diyoruz bıkmadan usanmadan. Ne mahkum olsun, ne de gardiyan, zira futbol yalnızca bir oyun. Ancaaaak ! Oyuncak değil, oyuncağınız değil efendiler, sakın ha! Daha fazla oynatmayız kendimizle, izin vermeyiz buna. Vermeyiz, veremeyiz, vermeyeceğiz; bunu sokun o küçük akıllarınıza !.. 2003