Genel Futbol Yazıları

Dev, Kim Olduğunu Hatırlayınca

Trabzonspor’un sekiz yıl aradan sonra kazandığı kupa ile ilgili anahtar sözü Samet Aybaba sarfetti belki de: “Uyuyan Dev’i uyandırdım.”

Yukarıdaki cümledeki sahiplenme ekini şimdilik bir kenara bırakıp öze bakalım hemen: “Uyuyan Dev uyandı.”

İşte mutlak gerçek budur. Trabzonspor, geçen asrın ilk yıllarından gelen bir futbol kültürünün, kurulduğu ve resmen bağlı olduğu kentten ülke geneline ve oradan da dünyanın dört bir yanına yayılmış bir büyük potansiyelin ve sayısı kolay hatırlanamayacak sayıda şampiyonluğu ve kupayı müzesine taşıyan bir köklü geleneğin adıdır aslında. Tartışmasız, bir Dev’in ismidir. Lâkin, denildiği gibi, zaman zaman uykuya dalan, uyutulan bir dev.

Dev, bazen dış etkiler tarafından olsa da, genelde kendi içinden çıkan ninnicilerce uyutulmuştur belli dönemlerde. İki bin yılından önceki dört yıllık son uyku periyoduna geleceğiz ya, biraz daha geriye, doksan altı yılına gitmek gerekir, çok önemli bir travmanın vurgulanması için.

***

Bin dokuz yüz seksen dört yılından beri lig şampiyonluğu göremeyen Trabzonspor’un, 1995-96 sezonunda şampiyonluğa çok yaklaştığı dönemdeki dramatik yenilgisi, camiayı koyu bir komplekse sokmuş, bir daha büyük başarılara ulaşılamayacağı korkusuna, “Büyük” unvanının kaybedildiği vehmine mahkum etmişti. O ruh halidir ki, Trabzonspor Kulübü’nün tarihindeki en başarılı yönetimlerinden birinin görevi devretmesine neden olmuştu.

İşte, son uyku dönemi de tam burada başlamıştı. Dört yıl süre ile Dev’in tüm maddi ve manevi değerleri bir bir tüketilmiş, Trabzonspor, o kentte doğan insanlar arasında bile taraftar bulamayacak hale sokulmuştu. Bu nedenle, ben, Dev’in uyanışını gerçekten incelemek isteyenlere 23 Nisan 2003 tarihinden biraz daha geriye, 31 Aralık 2000 gününe gitmelerini öneririm. O tarihte kurumuna sahip çıkan ve iki sezon boyunca çekilen büyük acılara, imkânsızlıklara, tereddütlere rağmen adeta bir seferberlik ruhuyla Trabzonspor’a sahip çıkan insanların öyküsüdür, o “Bir Dev’in uyanışı” denen şey. Aslında “kim” olduğunu nihayet hatırlayan bir devin onurlu mücadelesidir bu olay.

Bunları söylerken, asla Samet Aybaba’nın ve yardımcılarının başarısını reddetmiyorum. Samet Aybaba, çok riskli bir kararla, çok zor bir dönemde, ve bu satırların yazarı da dahil birçok Trabzonsporlu ve tarafsız futbolseverin tereddüt taşıdığı bir ortamda yüklendi bu zor görevi. Zaman zaman söylem ve duruş hatası yaptı yapmasına; ama öyle fedakârca çalıştı, felsefesini öyle özenli oturttu, mesleki becerilerini öyle ustaca sergiledi ki, kendisini sevmek ve saymak bizler için keyif oldu, onur oldu. Sözün özü: Aybaba ile Trabzonspor arasında –önümüzdeki sezonlarda da devam etmesi her iki tarafa büyük yarar sağlayacağına inanılan- çok iyi bir doku uyumu sağlandı.

***

Kupa Şampiyonu hakkında kapsamlı bir analiz yapabilmek için, nedense üzerinde pek durulmayan, ama asla gözden kaçırılmaması gereken bazı noktalara da değinmek lâzımdır bence. Yıllardır sakatlıklardan çok çeken bir büyük takımın bu sezon bu dertten çok büyük ölçüde kurtulmasının altında yatan sır nedir meselâ? Tamam, kadro gençleştirilmiştir, adaleler, tendonlar tazedir; ama bu sağlam fiziğin altında doğru kurumlaşmanın, sistematik çabaların payı görmezden gelinebilir mi?

Ya, sezonun kart puanlamasındaki liderliğe ne demeli? Genç, hırslı ve deneyimsiz bir kadronun, üstelik hak edişlerini alamadıkları dedikodusu (sanki başka kulüplerin oyuncularının paraları tıkır tıkır ödeniyormuş gibi) sakız gibi sündürülen futbolcuların bu göz alıcı disiplinine, kartlara bu mesafesine, bu fair-play aşkına şapka çıkarmamak mümkün müdür?

Üzerinde ısrarla duruyorum: Trabzonspor’un bu sezondaki nokta hedefi olan kupa finaline -kulübedekiler dahil- sakat ve cezalı oyuncusu olmaksızın çıkabilmesi bambaşka bir başarı işaretidir.

***

Peki bu kupa şampiyonluğunun gelecek açısından anlamı nedir? Bir de ona bakalım… Bir kere, Trabzonspor camiası büyük ölçüde rahatlamıştır. Artık bir daha başarılı olunamayacağı korkusunun ve bunun yarattığı, kimi küskünlük kimi hırçınlık şeklindeki, kendine zarar veren depresif reaksiyonlar minimale inecektir. Ve bundan sonrası için Lig Şampiyonluğu’nun peşine daha inançlı şekilde düşülecektir.

Ancak, bilinmelidir ki, lig ayrı bir mücadeledir. Kupa finalindeki bir gecelik konsantrasyonu, mücadele ve kazanma arzusunun gecesiyle gündüzüyle otuz küsur haftaya yayılması gerekecektir. Hani, Gökdeniz’in attığı üçüncü goldeki vuruş parıltısı ve onun hemen öncesinde Fatih ile Mehmet’in top çıkarmaya çalışan Okan Koç’a yaptıkları pres var ya; işte onların ikisine de, yani hem yıldız oyuncuya hem de takım ruhuna birlikte ve sürekli ihtiyaç duyulacaktır. Burada, akıl sahibi her Trabzonsporlu hemfikirdir: “Bu kadro mutlaka korunmalı ve sayıca kısıtlı olsa bile nitelikli transfer yapılmalıdır.”

Trabzonspor’un başarı çizgisini koruması ve ivmeyi daha da yükseltmesi için olmazsa olmaz bir koşulu da belirtelim bitirmeden: Özkan Sümer ve diğer yöneticiler artık sinirlerine ve dillerine hakim olmak zorundadır. Trabzonspor’u yöneten ve temsil eden bir heyetin ve tek tek kişilerin, her harekete, her kelimeye çok dikkat etmesi gerekir. Trabzonspor takımı nasıl her hafta üzerine koyarak yükselme sağladıysa, yönetim kurulu da aynı yolu izlemeli ve kendi dalgalanmalarından hem kendini hem de kurumunu sakınmalıdır.

***

Sonuç: Gerçek kimliğini hatırlayan Trabzonspor kupayı kazanarak hem kendine geldi, hem de spor medyasının kupa finaline yoğunlaşmasını iyiden iyiye engelleyen “Nouma olayı” nedeniyle yalan yanlış şekilde tartışılan “örf ve adet” konusunun ötesinde, sportif başarı için çok önemli iki değeri, çarşamba geceki rakibine ve tüm spor kamuoyuna hatırlattı: “Potansiyel ve Gelenek”   Mayıs 2003