Derin Lig
Seksenlerin sonu falandı galiba… Mecliste Ulaştırma Bakanlığı bütçesi görüşülürken, bir muhalefet vekili mealen şöyle demişti: “Kırk yıllık kara trenleri boyayarak Mavi Tren haline getiremezsiniz.”
Bu tatlı ve haklı eleştirinin altında yatan gerçek, “birinci sınıf” ulaşım hizmeti için sefere konan Mavi Tren’in, hedef istasyonlara hep geç varması, çifte rezervasyon sıkıntısının bir türlü çözülememesi, gecenin ilk saatlerinde acımasız bir hararette yakılan kaloriferin sabaha karşı söndürülmesi suretiyle de her vagondan en az bir zatürree vakası çıkarılması inadıydı. Kırk yıllık kara katarlar, birkaç kutu boyayla, hayal edilen “Mavi Tren” olamamış, Mavi Tren heyecanıyla fazladan para ödeyip pulman koltuklara doluşan bizim gibi biçarelerse, saatler süren yolculuklar sonunda “mor yolcu”lar halinde peronlara boşalmışlardı.
***
Bizim federasyon, kırkı küsur yıllık 1.Lig’imizin adını değiştirip “Süper Lig” yaptı yapalı, aklıma işte hep o “mavi” espri gelir. Hakikaten, 1.Lig, Süper Lig oldu da, futbolumuzda ne değişti Allah aşkına! Sistem mi süper? Futbol mu süper? Spor medyası mı süper? Kulüplerin durumu mu süper? Hakemlerin yönetimi mi süper?
Bu ligde, yıllar yılı “üç büyükler” vardı; bir ara sayıları “dört” oldu, sonra “fiilen” yine “üç”e düştü. Zirveyi hep belli takımlar zorlardı, bugün yarışan yine onlar. Hakemler, -hadi “taraf tutardı” demeyelim- tüm takdir haklarını “üç büyükler”den yana kullanırdı; isimleri değişti, huyları aynı kaldı. Her daim hakları yenilen “taşra” kulüpleri seslerini bir türlü duyuramazlardı; şimdi az buçuk ses veriyorlar, lakin dinleyen yok. Hakemlerden en az zarar, federasyondan ve MHK’den en çok yarar görenler en fazla feveran etme cüretinde ve gayretinde. Üstelik, “kayırma” yöntemine, “üç büyük” dışında bir de “devlet büyüğü” faktörü eklenmiş durumda.
Son birkaç sezonda, televizyon gelirleriyle bütçelerini biraz denkleştirebilen mütevazı kulüpler, bugün tümden batmış durumdalar. Biraz sivrilen genç oyuncular, “üç büyükler” tarafından sezon sonunda kapışılırdı; artık sezon sonu da beklenmiyor; transfere, transfer dedikodularına, akıl çelmelere, ahlaksız tekliflere süreklilik kazandırıldı. Yakın zamana kadar kadrosunda birkaç yıldız bulundurabilen Anadolu kulüpleri, ne yazık ki, bakkal borçlarını ödeyebilmek için en iyi futbolcularını gözden çıkarmak zorunda kaldılar. İşte, “Süper Lig”in süper çarpık tablosu!
***
Her futbolseverin, Avrupa’daki başarılaryıla gurur duyduğu, mutlu olduğu Galatasaray’a bakınız bir: Trabzonspor ve İstanbulspor maçlarındaki düdük desteklerini nasıl inkâr edebilirler? Bir spor gazetesi, İstanbulspor maçının “kadrolu” hakemi Zafer Önder İpek’e atfen “Karışma Zafer, sensiz de yener” diye bir başlık atmış. Trabzonspor maçından sonraki muhabbet de aynıydı zaten: “Galatasaray’ın hakeme ihtiyacı yoktu.” İlk bakışta, mantıklı gibi geliyor değil mi? Avrupa’nın devlerini bir bir deviren bir markanın, sıradan Türk takımlarını yürüye yürüye yenmesinden doğal ne olabilir ki?
Yensin arkadaşlar, yensin elbette. Kim ne diyebilir ki? Ancak, benim merak ettiğim şu: Türkiye’nin “Süper Lig”indeki önemsiz maçlarını, eksik ve yorgun kadrosuyla, hakemsiz de kazanabilecek güçte olan bir takım, neden bu maçları hep hakemle kazanıyor? Neden, Avrupa’nın “Şampiyonlar Ligi”ndeki her maçından önceki “domestik” mücadelelerine hep bir hakem faciası denk geliyor. Söz konusu camia, bunca gürültüye, bunca patırtıya, bunca söylentiye ne diye razı oluyor?
***
Anlamayı beceremediğim başka bir “süper”lik daha var bu “Süper Lig”de: Galatasaray, kendisinin en zor günlerinde karşılaştığı Trabzonspor’u ve İstanbulspor’u –kibar söylenişiyle- hakem hatalarıyla geçiyor da, mağdur kulüplerin sesi mi duyuluyor sanki! Trabzonspor’un muhterem başkanı, Ali Sami Yen’deki gasp hadisesinden sonra, “Galatasaray’la aramızı bozamazlar” demekle yetiniyor. Samsunspor maçına uygun görülen hukuksal manevrayla üç puanı çalınan takımının hakkını savunmaya gerek duymadığı zaman da benzer bir tavrı vardı zaten hazretin: O zaman da, federasyonla arasını bozamazlardı –ama nasılsa bozdular sonradan-.
İstanbulspor maçının ardından en çok feryat eden ise, İstanbulspor yönetimi değil, Fenerbahçe başkanı! Galatasaray’ın, Trabzonspor ve İstanbulspor maçlarını hakem desteğiyle kazandığını dile getirirken, bir anlamda “Biz o İstanbulspor’a yenildik ama. Bu hafta da Trabzon’da kaybedersek dengeler tümden bozulur” demek istiyor Aziz bey haklı olarak! Öyleyse, vah ki vah Trabzonspor’a. Avrupa Fatihi Galatasaray’ı kurtardığı yetmemiş gibi bir de Fenerbahçe Efsanesi’ni kurtarması gerekmektedir ki, bu da küme düşme hattına biraz daha yaklaşması demektir.
***
Aslında bu ligin “süper”liğini görebilmek için Ali Sami Yen’den, Kadıköy’den, İnönü’den, Avni Aker’den başka sahalara da bakabilirsiniz. Görünüşte spor alanı olup aslen “siyaset meydanı” vasfına kuvvetle haiz coğrafyalar var bu ülkede. “Süper Lig”den düşmesi “süper” mahzurlu kulüpler var bir yerlerde. Daha beteri, bir de onların kendi aralarında oynadıkları maçlar var, “gücü yeten yetene” kıvamında. Oralarda yumruk serbest, itme serbest, kakma serbest, tehdit serbest… Yasak olan tek şey, oynayıp kazanmak! Dikkatli ve uykusuzluğa dayanıklı bir izleyici değilseniz, bu ayrıntılardan (!) haberdar olamayabilirsiniz. “Süper Lig”in her takımı “süper” değildir zira. Onların kendi aralarındaki mücadeleler, “Maraton” ayrıcalığında değil, “Lig Pazarı”nın gecikmiş sıradanlığında görselleşir çünkü.
Velhasıl sevgili futbolseverler, kendisini doğuran federasyonun “Süper” adını koyduğu bu lig, aslında süper müper değildir. Bildiğiniz kırk yıllık Türkiye ligidir, Türk usulü ligdir. Bu ligde adalet, asalet, nezaket aramak nafiledir. Dünkü hastalıklar ve haksızlıklar bugün artarak devam etmektedir. Kalite düşmüş, ilişkiler iyiden iyiye bozulmuş, sahadaki mücadele yüzeyselleşmiş ve fakat saha dışındaki bazı şeyler daha bir derinleşmiştir.
Bizim görebildiğimiz, sadece bu ligin yüzeyidir. Olayların ardındaki, altındaki, derinindeki ilişkiler ve etkenlerse, asıl belirleyiciliklerini pekiştirmiş durumdadır. Elimizden gelen tek şey, federasyonumuza naçizane bir öneride bulunmaktır. Yok, yanlış anlamayın; lige bir parça olsun adalet getirmelerini istemeyeceğiz. Varsın, her şey aynı kalsın; onlar, kendilerine ve liglerine yakışanı yapsınlar, yani, “Süper Lig”in adını “Derin Lig” olarak değiştirsinler yeter. Hem federasyona hem de ligine “şiddetle” yakışır. Varsın, bu “Derin Lig”in derinliğinde kimleri boğacaklarına yine onlar karar versinler; “doğru”yu değil, yine bildiklerini yapsınlar; lâkin hiç değilse yaptıkları işin adını doğru koysunlar!..