Avrupa’ya Tekme Tokat
“Dur şu işin aslını bir öğrenelim”, “Hele bir Avusturya’ya gidip kendimiz tetkik edelim”, “Şu çöl sıcakları geçsin de klavyenin başına öyle oturalım” derken olay haliyle tazeliğini kaybetti; bu kez de söyleneceklerin çoğu hatta gereğinden fazlası söylendi, yazacak olan da zaten yazdı, diye konuyu kendi açımdan kapamak üzereydim ki, Belçika’ya konuşlanan Gençlerbirliği kafilesi hadiseye yeni bir açılım, bize de yeni bir olanak (yeni, fakat muhtemelen ve maalesef Türk futbolu için son değil) sunuverdi.
Fatih Tekke olayını her Allah’ın günü ayrı bir bakış açısıyla vermeyi ilke haline getiren bir spor gazetesinin cumartesi sayısında okudum: Gençlerbirliği kafilesinin bazı elemanları kendilerini idman sahasına taşıyan otobüsün şoförünü, göğse isabet ettirilen tekme marifetiyle iki seksen bir doksan yere sermişler.
Cemal Ersen kardeşimin haberinden anladığım kadarıyla olay tam parodilik. “Yerel Şoför Bey” (ki AB vatandaşıdır) bizim oyuncuların, otobüsüne (ya da ona teslim edilen otobüse) kramponlarla binmelerine karşı çıkmış, bizimkiler de bozulmuşlar. Tartışma sonucunda başlayan yolculukta, kafilenin klimanın çalıştırılması talebine şoför efendi müspet yanıt vermiş; ancak AB kurallarının ve yerel yönetimin kendisine sağladığı yetkiye dayanarak seçimini “soğutmak” için değil de “ısıtma” amaçlı yapmış. İyiden iyiye bunalan kafilemiz, şoförün idman sahasına varıldığı müjdesini ziyadesiyle sert bir fren gösterisiyle vermesi sonucu iyice çileden çıkmış ve arkadaşlarından atik davranan Avrupa görmüş bir orta saha oyuncumuzun tekmesiyle şoföre tüm çabalarının karşılığı tek vuruş şeklinde iade edilmiş!
***
Olay gerçekten trajikomik. Gençlerbirliği, yakın zaman kadar her kademesi, her birimi ile bu ülkenin en centilmen, en nezaket sahibi camialarından biriydi; bence halen de öyle. Lakin, futbolun içinde de, adalet mekanizmasından çıkmış bir terim ve bir gerçek olan “ağır tahrik” diye bir şey var. Ve buna dayanmak bazen gerçekten zor oluyor demek ki. Yakın örneklerinden birini yine Gençlerbirliği ile, kulübün başkanı ile yaşadık malumunuz…
Geçtiğimiz hafta içinde “NTV’ye sorun” programında Celal Pir’in ve futbolseverlerin sorularını yanıtlayan İlhan Başkan, Ankaragücü maçında Şeref Tribünü’nde refleks olarak yaptığı yakışıksız hareketleri yeniden değerlendirirken “ağır tahrik” konusuna değindi ve yorumun ötesinde bir de “aşırıyorum” yaptı: “Bu ülkede insanlar öldürülüyor; ama bilin ki öldüren değil ölendir suçlu olan”
Ben doğal olarak Sayın Cavcav’a bu aşırıyorumunda eşlik edemiyorum. Otobüs olayında da, “hareket çekme” hadisesinde de ağır tahrik olduğuna inanıyorum tabii de, işin ölen-öldüren örneğine taşınmasına içim el vermiyor. Haliyle, futbolcu kardeşlerimizin, türü ne olursa olsun, bir şoförü tekmelemesine de hoşgörü ile bakamıyorum. Tıpkı Fatih Tekke’nin yardımcı hakemi tokatlaması gibi.
***
Fatih Tekke, son olaydan beri çok yazılıp çizildiği gibi, geçen sezonun beşinci haftasında Trabzonspor’a geri döndükten itibaren hem futbol performansı, hem kaptanlığı, hem de kendini ve takımını medyada ifade şekli ile takdir almış bir superstar. Trabzonspor, geçtiğimiz sezonun fair play şampiyonu, ligin en az kart gören ekibi. Samet Aybaba ise, bir teknik adam olarak düşük amplitüdlü bir “pasif-agresif” komponente sahip olduğu havasını zaman zaman vermekle birlikte, gerek Beşiktaş formasını taşırken, gerekse de Trabzonspor çatısı altında beyefendiliğini muhafaza etmiş, kendini sevdirmiş bir isim. Birbirinin içindeki böyle bir üçlünün öyle bir olayın kahramanları olması ne kadar üzücüyse o kadar da şaşırtıcı.
Doğrudur, bu olayda da ağır tahrik vardır. Rakip sert oynamıştır, hakem göz yummuştur, yanlış kararlar vermiştir, belki de bizim takıma haksız iki kırmızı kart göstermiştir. Lakin bunların hiçbiri ama hiçbiri çıkan olaylar için, bir hakemin tokatlanması için yeterli neden değildir. Ben burada suçlu aramaya çalışmayacağım. Suçlu zaten ismi geçenlerin tümüdür. Geçen sezon kupayı kazandıktan sonra takımının iki ay boyunca maç kazanamamasını gayet olgun (!) bir şekilde kabullenen bir hocanın, hiçbir kıymeti olmayan bir hazırlık maçında kendini hem de iki kez sahaya atması, bir kulübün maaşlı memurunun o kulübün ve milyonlarca sevdalısının takımını sahadan çekme (öyle değilse bile çeker havalarına girme) hakkı olmadığı mutlak gerçeğini bilmemesi suçtur. Bir büyük oyuncunun, bir kaptanın maçın hakemine fiili saldırıda bulunması da suçtur. Aynı oyuncunun, kendine çanak tutan fesat haber meraklısı bazı gazetecilere lüp diye “Bana sahip çıkılmadı, bundan sonra kulübüm için aynı hisleri beslemem mümkün değil” demesi ise olsa olsa bir boşbulunmadır.
Bunları söylerken, ne Fatih Tekke’ye, ne de Samet Aybaba’ya kulüp tarafından en ağır ceza verilmesi gerektiğini anlatmaya çalışmıyorum. Şu ya da bu şekilde bu takımın hocası ve kaptanı bir hata yapmıştır, kurum da yara almıştır. Bundan sonra akıl şunu emreder ki, bu değerleri elemanlarımıza gerekli uyarı ve öğütler iletildikten sonra (zaten onlar bunu çok iyi değerlendirebilecek mantığa sahiptir) kurumu daha fazla örselemeden işe bakılmalıdır. FIFA, UEFA veya TFF’den gelebilecek cezalar içinse yasal prosedüre uyulacaktır.
***
Tanıyan bilir, bendeniz, “Avrupa Avrupa duy sesimizi” hezeyanı içinde asla olmamış, “Bu kafayla AB’ye” giremeyiz” saplantısına düşmemiş ve fakat medeniyete inanan ve özlem duyan bir vatandaş tipiyim. Milli takımımızın ve kulüplerimizin Avrupa başarılarından büyük mutluluk ve gurur duyarım elbette; ama “Avrupa’ya kafa tutmak” slogancılığına saplanmam. Yok yanlış anlamayın, Avrupa’ya hiçbir Türk takımının kafa tutamadığı dönemde kafa tutmayı başarmış bir camianın mensubuyum evvelallah; lakin sadece sloganla bir yere varılamayacağını iyi bilirim. Çalışmaya, disipline, sisteme inanırım. Başarının bunlarla geleceğine iman ederim. Dahası, en büyük saha başarılarının irili ufaklı sevimsiz olaylarla nasıl gölgelendiğini –maalesef- çok kere yaşamak zorunda kalmış bir kurumun üyesiyim.
Ülkemizi UEFA Kupası’nda temsil edecek iki takımımızın Avrupa’daki kamplarında yaşanan bu iki olay gerçekten dikkat çekicidir. Genelde Türk futbolunun ve benim özelimde de Trabzonspor camiasının içindeki her kişinin buna benzer olaylar yaşanmaması için azami gayret sarfetmesi zorunludur. Avrupa’da başarılı olmanın, Avrupa kulüpleri ile yarışabilmenin yolunun, oyunda olduğu kadar bilinçte ve davranışta da disiplinden kopmamaktan geçtiğini unutmamak hepimizin boynunun borcudur. “Avrupa’da başarılı olmak” yerine biraz daha heyecan uyandıran “Avrupa’ya kafa tutmak” deyimin kullanmamızda fazlaca bir mahsur yoktur da, “Avrupa’ya tokat atmak”, Avrupa’ya tekme atmak” en büyük başarıları bile gölgede bırakacak hatalardır, ayıplardır. Asla unutmamak gerekir ki, bu tip eylemler “bumerang” etkili darbelerdir; önce karşınızdakine şöyle bir dokunur, ama dönüşte sizi fena vurur….