Genel Futbol Yazıları

Avrupa’nın En Güzel Derbisi, Göteborg’da

Bendeniz bir mesleki kongreye katılmak için İsveç istikametine doğru uçuşa geçerken, Türkiye, o akşam oynanacak milli müsabakayı değil, iki hafta sonraki derbi maçın saatini tartışıyordu. Ülke futbolunun yorucu vasfından kısa süreliğine de olsa sıyrılabilmek içime bir ferahlık veriyordu vermesine, ama futboldan tümden kopmaya niyetli olmadım da, son anda İnternet’ten, Göteborg’un o haftaki maçını tespit etmemden belliydi doğrusu.

Hepimizin ve tüm dünyanın tanıdığı IFK Göteborg, salı akşamı, OIS diye bir takımla oynayacaktı. İsveç liginin, klasik pederşahi bir yapıya sahip olduğunu ve OIS’in Göteborg için zayıf kalacağını düşündüğümden pek tat alamayacağım hissine kapıldığım bu maça, her şeye rağmen gitmeyi boynumun borcu biliyordum nedense. Biraz da, AIK Solna hadisesinin etkisindeyim tabii, İsveç futboluna yakın durmak geliyor insanın içinde bu ara.

Binlerce kilometre yolu ve üç aktarmayı sırf ben yalnızlık çekmeyeyim diye kat eden çocukluk arkadaşım Mehmet Alemdağ ile mükellef bir pazar kahvaltısı için Göteborg’un birbirinden güzel sokaklarına adımımızı attığımızda, şehrin her yanına asılan reklam flamalarından anladık ki, bir derbi maçın arifesindeyiz. Meğerse, OIS dedikleri de aynı kentin takımıymış; üstelik, bu sezon şampiyonluk peşindeymiş. Ortalama birer futbolsever olarak itiraf etmeliydik ki; Roma, Milano, Madrid, Barselona, Glasgow, Liverpool, Manchester ve dahi Bükreş derbilerini biliyorduk, ama “Göteborg Derbisi” diye bir şey duymamıştık.

Maç biletini pazartesi gününden, Göteborg sakinlerinin, İsveç’in en büyük ve en güzel caddesi olduğunu iddia ettikleri Avenyn’deki bir süpermarketten aldık. Yerimiz önden ikinci sıra. Daha manzaralı bir tribünde de yer vardı ya, oraya sadece çocuklu izleyiciler alınıyormuş. Neyse, iyi de oldu; 40 milyon TL civarında bir meblağ yerine 25 milyon verdik; öyle de derbi, böyle de derbi nasılsa!..

Salı akşamı, kendi kongre tebliğimi hallettikten sonra, usul usul, 43 bin kişilik ünlü Ullevi stadının yolunu tuttuk Mehmet’le. Hava çok güzel, sıcaklık 25 derece. Ağzına pastırma sürmemiş bir İskandinav kentinde, tam bir pastırma yazı… Stadın önü ana-baba günü; her şey var ama, sosisciler ana tema. Koca bir vinç kurmuş adamlar orta yere, altına da genişçe bir ağ germişler; gözü yiyeni kaldırıp aşağı bırakıyorlar, derbinin tek tehlikeli yanı olarak. Stadyumun iki cephesinde iki kulübün logolu ürün satış standları: Barselona renkli OIS’in satışları daha iyi gibi: bir kez daha, saha sonuçlarının önemi işte!..

Merkez tren istasyonu tarafında, kocaman, beyaz bir çadır var; AC/DC eşliğinde güzel güzel bira içiliyor; çoğunluk, çok kötü bir sezon geçiren IFK’nın kederli taraftarları. Alkol işi garibime gidiyor, polis şefinin yanına yaklaşıp sual ediyorum. Bira tümden serbest, diyor, lacivert üniformalı Kent Beglusson. Peki derbi maçlarda kaç polis görev yapar sizde, diyorum bu kez. Cevabı alınca ağzım açık kalıyor resmen: sadece 12. Özellikle aynı kentin takımları arasındaki maçlarda hiç olay çıkmazmış, 3500 kişiye bir polis yeter de artarmış. Güzel vallahi!..

1904 yılında kurulan IFK Göteborg, çok büyük başarıları imza atmış bir kulüp. 17 kez İsveç ligini, 4 kez de İsveç kupasını kazanmış. Daha önemlisi, 2 de UEFA Kupası var müzesinde. Pek tanınmayan OIS, yani Örgyte IS ise daha da eski bir kulüp. Geçen asırda, 1887’de kurulmuş ve çoğu İsveç liginin antik çağında, sonuncusu 1995’de olmak üzere 14 şampiyonluk görmüş. Avrupa kupalarına ise sadece 5 kez katılmış ve hiçbir başarı elde edememiş.

Araştırmacı futbolseverliği bırakıp stada giriyoruz. Yaklaşık 30 bin civarında IFK seyircisi var, gerisi OIS’den; ancak bayrak sayısı eşit gibi bir şey. IFK, işçi sınıfının takımı olarak tanımlanıyor, OIS ise daha sosyetik bir kurummuş. İsveç’te iki uç arasında pek bir fark olmadığından çıplak gözle farkı anlamak çok zor. İki takımın da erkek kadar bayan seyircisi var. Hepsi birbirinden güzel; muhtemelen, iki tarafın ortalama vücut ölçüleri de eşit. Başa baş bir maç olacak gibi.

Biz içeri girmeden önce, IFK Göteborg’un, 1982 ve 1987’de UEFA Kupası’nı kazanan kadroları bir gösteri maçı yapmışlar. Bugünün yöneticileri, onlara çiçek veriyorlar, sırabaşı da, şimdi İngiltere milli takımının hocalığını yapan Sven-Göran Eriksson. Deli gibi alkışlıyoruz kimini iyi hatırladığımız eski tüfekleri.

Stat gerçekten çok güzel, zemin had safhada güzel… Maç başlıyor, saatli (aynı zamanda dev ekranlı) kale arkasındaki IFK seyircisi de tezahürata başlıyor: “Blavitt”. Aralıksız tekrarlıyorlar uzun süre. Yirmi üçüncü dakikada yedikleri gol bile onları susturamıyor. Sırtı sahaya dönük amigonun ve onun megafonunu tutan yanak pozisyonundaki taraftarın soğukkanlı tavırları, “West Coast Angels” ve “Ultra Bulldogs” gruplarından sıcak bir slogan halinde sahaya dönüyor: Mavi-Beyaz!..

Roger Gustafsson’un IFK’sı 4-4-2 oynuyor, sol kanattan Mikael Sandklef ve ona destek veren orta saha elemanları Tomas Rosenkvist ve Martin Ericsson ile bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama nafile. Sahaya 4-1-3-2 şeklinde yayılan OIS ise maçın başından beri oyunun hakimi. Dörtlü savunma düzeni hiç bozulmuyor. Önlerindeki kaptan Markus Johannesson gizli kahraman. İlk golü atan 1.85’lik Jeffrey Aubynn, rakibin sağ tarafını en az 60 dakika dağıtıyor. Gustafsson, ikinci yarıda onun üzerine 1.88’lik Sandklef’i veriyor; lakin bu hamle ters tepip, ibreyi iyice OIS lehine çeviriyor.