Düğümü Kestaneci Çözecek
Trabzon’a gelmenin güzelliğini, Trabzon’a ayak basmanın anlamını, Trabzon’da yaşayanların bilmesi mümkün değil. Ankara’da, İstanbul’da hemşehrilerimizle bir araya geldiğimizde, biri “Trabzon’daydım.” dese, hepimiz ona gıptayla bakarız. Herkesten “Ah bir de ben fırsat bulup gidebilsem!” sesleri yükselir.
“Trabzon’a gitme” muhabbetinin, “duygusal” yanı ötesinde bir de “gıdasal” yanı vardır şüphesiz. “Peynirli yedin mi?”, “Döner yedin mi”, “Akçabat’a köfteye gittiniz mi?”, “Ganita’da gün batımına karşı çay içtiniz mi?”… Sızlayan yüreklere eşlik eden imrenen gözlerle ve biçare midelerle sorulan soruların muhatabı olmanız kaçınılmazdır, büyük kent koşuşturmacası arasında bir bahane bulup da Trabzon’a kaçabilmişseniz eğer.
***
Ben de, her Trabzon gezimde mutlaka ama mutlaka o muhteşem üçlüyü tamamlamaya özen gösteririm. Peynirli pide, döner kebap ve Akçaabat köftesi yemeden dönmeyi kendime yediremem! Bunun net sonucunun, kaldığım gün sayısı kadar kilo almak olduğunu bilsem de öyle yaparım. Çünkü, nasıl ki, hacca gitmenin vecibelerini yerine getirmek gerekir; Trabzon’a gelmenin de kendine özgü bir ritüeli vardır ve bunun eksiksiz yapılması ruha huzur verir.
***
Ancak, sanırım, benim diğer hemşemrilerimizden farklı bir alışkanlığım var. Ben, Trabzon’un kestanesine de bayılırım. Gerçekten de, bugüne kadar hiçbir yerde Trabzon’daki kadar lezzetli kestane yemedim. Seksenden önce, yani Trabzon’da yaşarken de kestaneyi severdim ama, şimdiki düşkünlüğüm bir başka. Bana öyle geliyor ki, Trabzon bu kestane işinde her yıl biraz daha ileri gidiyor.
Son Trabzon ziyaretimde, otuz iki saatte tam yedi kez kestane alıp yedim. Öyle ki, bu işi, yolda görüp de nerden geldiğimi soranlara “kestaneciden”, nereye gittiğimi soranlara ise “kestaneciye” cevabı verecek kadar ciddi düzeyde yaptım. Kabahat bende değil tabii. Yani kardeşim, bir kestane paketine, bu kadar ölçülü pişirilmiş, içinde bu kadar az çürük olan mal koyan başka bir şehir bulmak mümkün mü? Üstelik Ankara’da, İstanbul’da 100 gram kestane 750 bin liraya satılırken Trabzon’daki rakam sadece 400 bin lira. Alt yapıdan yetişiyor da ondan mı acaba?
***
Oysa döner kebap öyle değil maalesef. Nerede bir zamanların Çınaraltı’sında, Kavas’ında yediğimiz o kebaplar? Tamam, genel döner kebap puanımız yine de Türkiye ortalamasının biraz üzerinde; ama o eski lezzetin olmadığını kim inkâr edebilir ki? Ne yalan söyleyeyim, artık döneri biraz da adet yerini bulsun, gelenek bozulmasın, diye yiyorum.
***
Neyse, “mide”den “beyin”e dönelim biz yine. Demem o ki, sevgili dostlar; Trabzon’un, Trabzonspor’un sorunlarını çözmek istiyorsanız kestane kebap ile döner kebaba bakın. Yeyin, yeyin, bakın. Bakın , bakın, yeyin. İkisi de “kebap” iken, kestane nasıl oldu da hiç bozulmadı; döner neden bu hale geldi? Bu denklemi çözersek, Trabzonspor’un 16 yıllık şampiyonluksuzluğunun nedenlerini anlayacağız. İyi şeylerin, güzelliklerin yaşatılabilmesinin sırrını keşfetmiş olacağız.
Tamam, Trabzonspor takımı bugün ligin zirvesinde. Yani, sorunlar yumağındaki hiç değilse birkaç düğüm çözüldü. Ancak tam göbekteki “kördüğüm” öylece duruyor. Onu görmezden gelip de günlük mutluluklara aldanmamız halinde durmaya da devam edecek. Ve biz gelip gelip ona takılacağız. Hep başa güreşsek bile asla bir numara olacamayacağız. O halde, sorun kardeşim, kestaneciye sorun! Vallahi de ayıp değil, billahi de ayıp değil. Elin kestanecisi e-mail bilgini, reklâm yıldızı olurken bizim kestanecimiz Trabzonspor’un kurtarıcısı olamaz mı sanıyorsunuz? 20 Ekim 2000