Ameliyat Masası

Bir Şehir Maça Dalınca

Gazetelerde okudunuz, ekranlarda izlediniz; Yunanlı kaptan maça dalınca beş yüz kişi taşıyan gemisi kayalıklara çarptı. Ölenlerle bulunamayanların toplamı, yüz civarında. Kaptanın takımı Panathinaikos 1-0 galip geldi; ama kaptanın gemisi limana varamadı. Bir gole ve üç puana karşılık yüz can. Tam bir Pyrus zaferi.

***

Trabzonspor, 1967 yılında resmen doğdu. Kuruluş aşamasında, Fatih’in 1453 yılında Trabzon’u fethi sırasında yaşanandan daha büyük çarpışmalar yaşandı. Sonunda Türk futbolu kazandı. İstanbul kulüplerinin mengenesi altında ezilen Türk futbolu, hiç değilse bir on sene soluklandı.

Trabzonspor, bu coğrafyada tek olan bordo-mavi renkli forması ile yeşil olması gereken ve fakat o zamanlar toprak olan sahalara çıktığında, Trabzon kentinin havaalanı, teknik üniversitesi ve bir de çimento fabrikası vardı. Kentin kendisi şirindi, halkı aydındı; ama şöhreti henüz kısıtlıydı.

***

Yetmişli yılların ikinci yarısında ulaşılan Milli Lig şampiyonluğu, kente müthiş bir hava getirdi. İnsanların kendine güveni arttı. Daha ötesi, Anadolu’daki milyonlarca insan Trabzonspor’u bir üstkimlik olarak seçti. Onlar, çağlar boyunca hiçbir güzellikten, zenginlikten pay alamamışlardı; itilmiş, kakılmışlardı. Güruhlar halinde Trabzonspor saflarına katıldılar. En onurlu, en eğlenceli, en yasal başkaldırı yolunu bulmuşlardı. Bayraklar sallandı, davullar çalındı, fişekler yakıldı.

***

Seksenden sonra tüm Türkiye, kendini büyük bir değişimin içinde buldu. Topluma, maneviyat ambalajı içinde maddiyatın ağa babası dayatıldı. Cüzdanların genişlemesi uğruna vicdanların daralmasına olanak tanındı. Duygunun, düşüncenin piyasası düştü; romantizm, bitkisel hayata girinceye kadar hırpalandı.

Biz Trabzonlular, Trabzonsporlular, işte bu değişimin farkına varamadık. Ya da daha doğru bir deyişle, gereklerini yerine getiremedik. Yükselen değerlerle alçalan geleneklerin ortasında şaşkın kaldık. Elâlem her yoldan köşeyi dönmeye uğraşırken biz Trabzonspor aşkına şiirler yazdık. Bu güzel gezegen, globalleşme, endüstrileşme, iletişim toplumu, milenyum falan diye diye koca bir batakhaneye dönerken, biz genelevde romantizm aramakla meşguldük.

***

Tarihin en önemli kentlerinden birinin ekonomisini, bir dönem İran-Irak nakliyesine, yirmi yıl sonra ise Rus pazarına endeksledik. İranla Irak birbirine girdiğinde, Rusya ekonomisi çöktüğünde biz onlardan beter olduk. Trabzonspor’u, Şampiyonlar Ligi’ne sokarak Trabzon’u kurtarmaya çalıştık; lâkin direkten döndük. “Trabzonspor ruhu” ile gururlanmaktan başka bir şey yapmadık; ruhun kaybolması bir yana “hayalet” şehir olduk.

***

Bugün Trabzon, gayrisafi milli hasıla sıralamasında ilk yirmiye, üniversite sınavı başarısında ise ilk kırka giremiyor. Biz ise futbol liginde ilk dördü yeterli bulmuyoruz. Trabzon’un dış ticaret hacmi ve ihracat yapan firma sayısı son on yılda büyük düşüş göstermiş, hepimiz seyretmişiz. Otuz senedir Trabzon’da bir devlet yatırımı olmamış. Yatırım, atılım beklediğimiz yöneticiler ise Trabzon’a geldiklerinde meydana toplananlara “Trabzonspor’u şampiyon yapalım mı?” diye seslenmişler. Bir “tanjant yolu” pişirilip pişirilip önümüze sürülmüş. Sanki yol değil de fabrika. İstihdam yaratacak, üretim sağlayacak, döviz kazandıracak.

***

Çok değil, üç ay sonra Trabzonspor Kulübü’nün seçimli kongresi yapılacak. Şimdilik iyi giden saha sonuçlarına süreklilik kazandırmak, Trabzonspor’u eski aklı başında günlerine taşımak için güçlü ve uyumlu bir yönetim kurulması kaçınılmaz. Bu kongrede de gidişata müdahale edilemezse iki yıl sonra ortalığı toparlamak bin kat daha zor olacak.

Ancak gelin görün ki, camiada hiçbir hareket yok. Çünkü kent cansız, kent güçsüz, kent fakir. Herkesin hesabı Trabzonspor’a tutunup yükselmekken Trabzonspor inişe geçmiş. Futbol, lig, kupa, şampiyonluk derken gerçek hayat unutulmuş. Neredeyse hiç kimse, hemen hemen hiçbir şey ilerleme kaydetmemiş. Koca bir kent maça dalıp karaya oturmuş. Ne Trabzon’un Trabzonspor’u, ne de Trabzonspor’un Trabzon’u kurtaracak hali kalmamış.

Ey ahali! Bugün hiçbirimiz Yunanlı kaptandan daha masum değiliz. Artık aklımızı başımıza almamız için çok az süremiz var. Bu kafayla gidersek sıradan bir kulüp, sıradan bir kent olacağız. İki önemli varlığımızı sıradanlıktan kurtarmak için yapmamız gereken şey ise önce birey olarak kendimizi sıradanlıktan kurtarmak. Bunu başaracak güce sahip olduğumuzu biliyorum. “Muhtaç olduğumuz kudret bu kentin doğal kaynaklarında mevcuttur.” derken de, şaka falan yapmıyorum. Ancak önce uykudan uyanmamız gerekiyor. Çünkü, uykudayken hiçbir şey yapamayız. Uyurken, kendi sesimizi bile duyamayız!..30 Eylül 2000