Basında Kulaçoğlu

Hakan Kulaçoğlu’yla Trabzonspor Üstüne (Radikal 2002)

“YÖNETİM KENDİ PANİĞİYLE UĞRAŞTI”

“SEZONUN KAZANCI: TARAFTAR UYANIYOR”

TANIL BORA

Trabzonsporlularla Trabzonspor konuşmak kolay değildir. Hele bu sene, hiç kolay değil. 1970’lerde Türkiye’nin en büyük futbol devrimini yapmış olan bordo-mavililer, 1. Ligdeki 28. sezonlarında ilk kez 9.’luktan aşağı indiler ve “resmen” küme düşme endişesi yaşadılar. Bordo-Mavi’nin durumunu, Trabzonspor ve Trabzonsporluluk üzerine çok ciddiyetle ama neşesini hiç yitirmeden düşünen, konuşan, yazan biriyle, Hakan Kulaçoğlu’yla konuştuk.

Hakan Kulaçoğlu, Ankara Numune Hastanesinde çalışan, genel cerrahi uzmanı bir hekim. Sağlam Trabzonsporlu aileden geliyor: Amcası Ergin Kulaçoğlu efsane takımın yöneticilerindendi, babası Ahmet Rıza Kulaçoğlu son dönemde 6 sene boyunca kulübün Haysiyet Divanı Başkanlığını yaptı. 1995’ten beri Trabzonspor üzerine yazıyor: Karadeniz, Fotomaç, Fanatik, Günebakış gazetelerindeki yazılarının bir derlemesi kitaplaştı: Ameliyat Masası (Ümit Yayıncılık, 2001). Halen NTVMSNBC sitesinde yazıyor. İnternetteki ilk Trabzonspor sitesini kurdu, halen en çok okunup-yazılan Trabzonspor sitesi olan trabzonsporlist.org’un da kurucularından.

 

Trabzonspor’un böyle berbat bir sezon geçirmesi camiada bekleniyor muydu?

H.Kulaçoğlu: Aslında, beklenen ve beklenmeyen şeyleri konuşmaya, geçen sezonun ortasından, yani, Özkan Sümer yönetiminin görevi devralışından başlamak doğru olur. Kongreyi takiben ve aniden baş gösteren saha bozgunlarını kaç kişi tahmin etmişti ki? Şüphesiz, o da, dehşetli bir dönemdi. Yine de, sonraki iki aylık sürede gerçek bir “seri” yakalandı ve 2001-02 sezonu için umutlanıldı.

Sezon başındaki, çok mesajlı bir Beşiktaş galibiyetini de içeren üç maçlık kısa dönem ise, umudun kontrolden çıkmasına yol açtı. Bence, en umutvar kişi Başkan Sümer’di. Üç galibiyet ve üç Brezilyalı, en çok onu yanılttı, işleri bir nevi kendi akışına bırakacak kadar rahatladı. Oysa, biraz daha dışarıdan bakan gözler, bu takımın eksikliklerini, Avrupa kupalarına katılma hakkını elde etmesinin başarı olacağını biliyorlardı; dahası, parasal sıkışıklığın çok ciddi bunalımlara yol açabileceği noktasında derin korkuları vardı. Ancak yine de hiç kimse, tarihinin en ciddi maddi dar boğazında olan Trabzonspor’un, kariyerinin en kötü derecesini yapacağına ihtimal vermiyordu. Hiçbirimiz, böylesine çok faktörlü bir çöküşü öngörecek kadar bilim-kurgu film seyretmemiştik.

Bütün bunların gerçekten “devrim” denebilecek bir yönetim değişikliği ve “öze dönüş” havası içinde yaşanması bir bakıma olağan… Fakat gidişata dair bir öngörüye sahip olmak şartıyla… Bu soğukkanlılık var mı yönetimde ve camiada?

H. Kulaçoğlu: Son yönetim değişikliğine bir “devrim” ya da bir “milât” yakıştırması yapmak bir “aşırı yorum” olur gibi geliyor bana; üstelik lüzumsuzdur da. Lâkin, Trabzonspor’un beter bir yolun ortalarında bir yerden döndürüldüğü kesindir. Bu açıdan bakılınca, o kongreyi kazanmış olmak bile bu yönetim adına başlı başına bir başarıdır. Ekip anlamından çok uzak başlangıçlarını, görevi devraldıkları olağanüstü koşulları ve sonrasındaki mali-hukuki girdabı da göz önüne almak gerek… Ancak, en “tanımsız” kadronun bile bir buçuk sezonluk bir sürede, hem de böylesi bir camia desteğini bulmuşken en azından birkaç iyi şey yapmasını beklemek de herkesin hakkıdır. Hani hep “misyon-vizyon” diyorlar ya, bence bu yönetimin bir misyonu vardı ve tamamlandı. Vizyonu ise hiç olmadı ve bundan sonra da olamaz. Temel misyonlardan biri, kendilerinden önceki yönetimin hayati hatalarını kamuoyuna anlatmaktı. Anlatacaklardı ki, bir ibret belgesi oluştursun, bir daha hiçbir spor kulübü o denli kötü yönetilmesin. Trabzonspor’un Türk futboluna sunacağı bu örnek, onun tekrar şampiyon olabilmesi kadar önemliydi bir yerde. Ama yapamadılar, anlatamadılar. İmzaladıkları uzlaşmadan hemen sonra basında yer verilen “20 milyon dolarımı hibe ettim” cümlesinin altında kaldılar. İhtilal yaparak geldiklerini ilân ettikleri gücün desteğiyle ayakta duruyormuş pozisyonuna düştüler. Sahadaki takıma en çok moral vermeleri gereken dönemde kendi moral sorunları, kendi panikleri ile uğraştılar.

 

Trabzonspor’da on yılı aşkın zamandır bir “öze dönüş” özlemi hüküm sürüyor. Sihrinin kaçması tehlikesi de yok mu artık bu şiarın?

H. Kulaçoğlu: “Öze dönüş”, belki “aile şirketi”… kulağa hoş gelen kavramlar. Söylenmesi en basit tekerlemeden bile daha kolay, ancak pratikte uygulanması o denli kolay değil. Nasıl ki Trabzonspor’un bir başarı geleneği, bir taraftar potansiyeli varsa, oluştuysa, altyapı ve öz oyuncu da gerçek değerler; yani hakikaten böyle bir kaynak var. Ancak, her zaman yetmişlerin, seksenlerin jenerasyonlarını yakalamak mümkün olmuyor. Tamam, Trabzonlu futbola yatkın ve yetenekli ama, sadece Trabzonlu oyuncuya bel bağlamak “Her şehirden bir deli getirin, bilmem nerden kimi getirirseniz getirin” esprisinin ya da “şu şehirden adam çıkmaz” saçmalığının zıt kutbu sayılabilir bir yerde. Dahası, altyapıdan gelen oyuncunun da özgün sorunları var. Bir kere, doğuştan Trabzonsporlu olarak, yılların şampiyonsuzluğunu bizzat yaşayarak gelmiş oraya. Daha sahaya çıkmadan kompleksli yani. Şehirle çok daha iç içe, çok daha baskıya maruz konumda. Yani, evdeki buzağı durumunda. Bu, yirmili yaşlardaki insanların kolay kaldırabileceği bir yük değil. Öz kaynaklar ile bünyeye uyumlu oyunculardan bir “puzzle” oluşturmak en doğrusu galiba. “Puzzle” dedimse, “yap-boz” diye çevirmeyin lütfen; son altı yıldır hep öyle yorumlanıp hep öyle döküldü de pratiğe!..

Trabzonspor seyircisinin, Avni Aker’de ve bütünüyle şehirde, futbolcuları gerilime sokan bir atmosfer oluşturduğu üzerinde hemen herkes birleşiyor. Bu “mesele” ne olacak?

H. Kulaçoğlu: Son Beşiktaş maçındaki olayı çözebilmek çok kolay değil. Bir bardağın taşmasıdır, ani bir patlamadır, sinsi bir provokasyondur; kim bilir? Ancak, Trabzonspor’un Avni Aker ile –özellikle- İstanbul arasındaki tribün değişkenliği kronik bir durumdur. Trabzon küçük-orta ölçekli bir kent ve herkes her an yüz yüze. Başlıca ortak konu futbol, en çok konuşulan şey futbol. Çoğu kentimiz gibi, ticaret, sanayi, üretim ve istihdam hep kısıtlı; geçim sıkıntısı yaygın, boştagezer çok. Trabzonspor başarılı olursa her türlü olumsuzluk unutulacak, aksi taktirde tüm yaşamsal eksikliklerin suçu formanın içindeki çocuklara yıkılacak. Biz sıkıntı çekerken siz spor arabalarınızla, jiplerinizle geziyorsunuz denecek; kaçış yok! Oysa, dışarıda, özellikle İstanbul’da durum farklı. Maç sırasında tam destek var, düdük çaldıktan sonra herkes kendi koşuşturmacasına, kafile de Trabzon’a geri dönecek. Zaten takımla senede birkaç kez sıcak temas sağlanabiliyor, bir maçtan öbürüne kadar geçen uzunca sürede her şey unutulup bordo-mavi renkler ile hasret giderilmeye çalışılıyor ve kutsallık her koşulda korunabiliyor. Sistem bu.

Bu moral bozucu sezonda, Trabzonspor adına gurur duyulacak, teselli kaynağı olacak, geleceğe ilişkin ümit verecek neler vardı? Bir oyuncu…? Bir güzellik, bir şövalyelik ânı…? Bir tavır, bir edâ, bir jest…?

H. Kulaçoğlu: Bu sezondaki en önemli kazanç, oturduğu yerden hep talep etme geleneğine sahip taraftar çoğunluğunun artık uyanmaya başlamasıdır. Trabzonspor’un seyirci sayısının her başarısız sonuçtan sonra biraz daha artması, dere tepe demeden takımının peşine düşmesi ferahlatıcı bir ilginçliktir. İşin şövalyelik kısmı ise; ligden hiç düşmemiş dört kulüpten biri olan ve fakat tarihinde ilk kez ligden düşme tehlikesi yaşayan -ki, bu da diğer üçünden sonradır- Trabzonspor’un ligde kalmayı garantilediği maçtan sonra herhangi bir sevinç tezahürünü kendine yedirememiş olmasıdır. İllâ da oyuncu derseniz, Aurello ve Gökdeniz zaman zaman…

Son soru: Trabzonspor, birçoklarının artık manâ vermediği “büyük” sıfatını neyiyle ve nasıl devam ettirebilir?

H. Kulaçoğlu: Her şeyden önce; Trabzonspor’un “büyük” sıfatını çok kısa sayılabilecek bir sürede kazanmış olmasına bakarak bu unvana kolayca ulaşılabileceğini düşünmenin hazin bir yanılgı olduğunu saptayalım. Trabzonspor “büyük” sıfatını neyiyle veya nelerle kazanmışsa “en azından onlarla” devam ettirecektir. Diğer ulusal ve uluslararası başarılarını hiç konuşmadan, altı kez kazandığı lig şampiyonluğunu –ki diğer kulüpler için en azından bu bin yıl içinde pek ihtimal dahilinde değildir-  göz önüne almak ve “yıldızlı” forma hakkını görmek bile bu soru için yeterli yanıttır. Tamam, Trabzonspor bugün, tevellüt, şampiyonluk sayısı, parasal potansiyel ve taraftar oranı açılarından diğer üç büyük kulübün açıkça gerisindedir; ama şunu da unutmamak gerekir ki, Trabzonspor’un taraftar ve –elbette- kupa sayısı, bu ülkede o üç büyük kurum dışında kalan yekûn kulüplerinkinin toplamından fazladır.