Genel Futbol Yazıları

Siyasete Spor Karıştı

Olacağı buydu zaten. Parti kongrelerini spor salonlarında yapmakta ısrar edildiğinde olacağı buydu işte!..

Bu ülke, enteresan bir ülke. Benzeri az, emsali yok… Yıllarca siyasetteki yozlaşmadan söz ettik ya, sporun siyasetten daha fazla kirlendiği nadir ülkelerden biri haline geldiğimizi fark edemedik bu arada. Siyasetçilerse tümden yabancı kaldılar bu alandaki bozulmaya. Bilselerdi, farkında olsalardı yaparlar mıydı en önemli toplantılarını spor salonlarında. Bilselerdi?..

Aslında siyasilerden çok, söz konusu partinin genel başkanının çattığı medyanın suçu vardı yine bu hadisede. Yok, yanlış olmasın; medyanın tümünün değil, spor yazarlarınındı yine kabahatin büyüğü!..

Doğaldır, siyasi partiler kendi koşuşturmacaları, kendi içi hizipleşmeleri sırasında ülkenin diğer alanlarındaki geliş(me)meleri algılayamamış olabilirlerdi. Politika yazarları da, “O parti benim, bu parti yine benim” derken uyanamayabilir, parti yönetimlerini uyarmakta tutukluk yaşayabilirlerdi.

İşte “spor yazarı” dediğimiz medya mensuplarına büyük görev düşüyordu burada. Onlar uyaracaklardı önce politika yazarlarını, “Yahu siz ne yapıyorsunuz, siyasileri uyarsanıza! Siyaset zaten stresli iş, onu bir de spor mekanlarına taşırlarsa kavganın önü alınamaz” diye…

Zira, yıllar öncesinde stadyumlardan başlamak üzere, spor mekanları şiddetin, nefretin, kavganın babaevi olmuştur ki artık, bir zamanlar son derece nezih basketbol, voleybol müsabakalarına tanıklık etmiş spor salonlarımız da tümden bu sınıfın içindedir şimdi. Futbola cahil oyunu, avam eğlencesi diye diye, okumuşların, seçkinlerin sporu basketbol bile kanlı kavgalara esir düşmüş, ateşli tezahüratların yanına bir de ateşli silah çekmeler eklenmiştir bugün…

Olan oldu bir kere. Spor yazarlarımız da uyudular, belki vakit bulup uyaramadılar politika kulvarındakileri. Ve olan oldu; bu ülkenin en eski siyasi partisinin geleneksel olarak “kurultay” adını verdiği kongresini gördünüz işte, geçen haftasonu. Karşı tribünlerde konuşlanmış siyasi rakiplerin bayraklarla, pankartlarla, sloganlarla birbirlerinin hatırını iyice bir sorduktan sonra hızlarını alamayıp işi sıcak temasa kadar götürmelerini izledik tüm kanallarda; canlı ve kanlı…

İlginçtir, taraflardan biri, hadise bir spor karşılaşmasına daha da benzesin gibisinden bir de mesaj yüklü renkte kaşkollar edinmişti salona gelirken. Toplantıyı organize edenler de ayrıntıya dikkatte kusur etmemişti bu arada. Salondaki koltukların sökülüp atılmaması ve tazminatın parti kasasından ödenmesi gibi bir nahoş duruma maruz kalınmaması için “atılmaya hazır” koltuklar yerleştirmişlerdi aralara. Yazlık ya da balkonlarda kullanılan plastik beyaz koltuklar bu iş için ideal malzemelerdi doğrusu, ki yaratıcılıklarına saygı duymak boynumuzun borcudur!.. Yalnız, iki taraf için ayrılan koltuk sayısının belirlenmesinde nasıl bir yöntem izlendiğini bilmek istiyor insan. Taraflara eşit sayıda mı dağıtıldı bu “kullan-at” sarf malzemeleri, yoksa grupların kelle sayısına oranlı bir hesap yoluna mı gidildi. Öyle ise, başka bir sorun geliyor insanın aklına; çünkü bir taraf delegelerinin çok azının salona sokulduğundan yakınıyordu ki, hem asker sayısında, hem de cephane kaleminde eksiklik demektir ki kesin yenilgiyi işaret eder.

Dedik ya, olan oldu bir kere… Biz gücümüz yettiğince, sesimiz çıktığınca sağa sola anlatmaya çalıştık, siyasi parti kongrelerinin spor mekanlarında yapılmasının sakıncalarını. Stadyumların, spor salonlarının artık otonomi kazandığını, henüz ete kemiğe bürünmemiş olsalar da bir ruhsal kimlik oluşturduklarını… ve spor mekanlarının atmosferinin içine aldıkları her alandan vatandaşa karşı tribünde oturanlara karşı şiddet yüklü duygular enjekte ettiğini… Lakin, suyun başındaki anlı şanlı spor yazarlarımız, Yılmaz Erdoğan’a cevap yetiştireceğiz derken atlayıverdiler bu hassas konuyu. Ben müsterihim, vebali boyunlarına…

Peki, benim önerim mi? Şuydu efendim naçizane. Siyasi parti kongreleri tiyatro veya sinema salonu gibi hiç değilse halen “nezihalitesini” “şimdilik” koruyabilen yerlerde yapılsın, diyordum bendeniz… Bu mekanlar, en azından şimdilik patırtısız, kütürtüsüz kongreler için ideal ortamlar olabilirdi.

Toplumun ruh sağlığındaki genel bozulmaya, mazeretli-mazeretesiz asabiliklere rağmen hala asaletini koruyabilen yerlerdir buralar. Bir kere, sahneden doğru gelen konuşmaların, mutlak sessizlik içinde izlendiği sakin mekanlardır sinemalar, tiyatrolar. Sadece, sahnede, perdede komik, esprili bir hadise ya da replik varsa “gülme, kahkaha” sınıfından sessizlik bozan bir şeyler kaydedilir ki, siyaset sahnesi için komiklik olmasa da espri yeteneği konusunda sessizlik bozacak düzeyde hatip olmadığından, dahili desibelin hep tehlike sınırı altında kalması sigorta kapsamındadır.

Burada sinema salonunun önemli bir avantajında söz etmeden geçemeyeceğim. Bu salonlar, geleneksel olarak karanlık olduğu için, parti delegeleri içinde birbirlerinin yüzünü görmeye bile dayanamayanlar varsa -ki mutlaka vardır- bunların karanlıkta hasımlarını seçememeleri nedeniyle sakin kalmalarına da yardımcı olur. Böylece, anlı şanlı sosyete ilçelerinin belediye başkanı olmalarına, dahası aynı asırlık spor kulübünde yöneticilik yapmış insanlarımız arasında fiziksel temas sağlanmasının da önüne geçilebilir. Burada iki noktayı mutlaka belirtmek isterim. İlki, temas dediğimiz hadisede elin mi çeneye yoksa çenenin mi ele çarptığı tamamen hakemin kanaatine kalmıştır. İkincisi ise spor kulüplerinin asırlık yaşa ulaşma becerilerinin, taraftarlarına sadece öfke veya kinlerini yıllarca sürdürme şeklinde yansıdığı, buna karşılık işin sevgi ve saygı boyutunun hep kısa soluklu kaldığıdır…

Unutmadan, sinema salonu için bir ekleme yapayım. Bu karanlık ortam, biçare delegelerin, koca ülkeyi, milyonlarca vatandaşı yönetmek iddiası ile ortaya çıkıp da, kongre salonundaki birkaç yüz kişiyi bile iki saat boyunca belli bir heyecan ve ilgi düzeyinin üzerinde tutmayı başaramayan tipik politikacılarımızın sıkıcı konuşmaları sırasında çaktırmadan uyuyabilmeleri için de had safhada müsait olacaktır…

Şüphesiz, tiyatro ve sinema salonlarını kongreler için tavsiye ederken kullandığım “şimdilik” ibaresi için bir açıklama borcum vardır. Şöyle ki… toplumsal gidişat, insanlarımızın en ufak bir anlaşmazlığı, bırakın ihtilafı, basit bir hoşlanmazlığı bile kavga, bıçaklama, adam kaçırma ve hatta cinayet boyutuna taşımlarına yol açar bir özellik arz etmektedir. Bu durumda bugün gayet sakin olan bu mekanların bile yarın olur olmaz nedenlerle karıncalanmaya başlaması ihtimal dahilindedir. Maalesef bu gidiş gidiş değildir, ve yarın öbür gün sinema ve tiyatrolarda da sinirsel-fiziksel nahoş olaylara rastlamak ihtimal dışı değildir.

Şimdi size uzak geliyor ya -bu konuda da uyarı öncülüğü sıfatını elde etmek durumundayım- gelecekte, bir sinema izleyicisinin, senaryoda kötü karakteri oynayan oyuncunun sahnedeki izdüşümüne kola kutusu fırlatması, perdeyi bıçakla delerek içini pörtlemiş mısırla doldurması, yakın çekime denk getirip portresinin ortasına küçük hacetini gidermesi olmayacak, görülmeyecek iş değildir… Ya da bir tiyatro oyununda, başrol oyuncusuna yönetmen tarafından yeterince özgürlük tanınmadığını düşünen kaynana kıvamında bir bayanın feryat figan ayılıp bayılma krizleri geçirerek tiyatro salonunu gecekondu yıkım sahasına çevirmesi…

Neyse, yazıyı kongre kadar uzatmayalım da, kavgasız dövüşsüz bitirelim… Çaresi yok, spor müsabakalarını spor mekanlarında sürdüreceğiz, bir yandan sporda şiddetin önlenmesi, sportif ahlakın eksiksiz geri gelmesi için elimizden geleni yapmaya çalışarak… bir de spora siyaset karıştırma çabalarını hep eleştirerek. Ara ara da siyasetçilere önerilerde bulunacağız şimdi yaptığımız gibi, kendi toplantılarını spor alanlarından uzak tutmaları için. Ne spora siyaset karışsın, ne de siyasete spor. Durumu tümden karmaşıklaştırmanın alemi yok, ama hiç yok. Kendi içinde karışacağı kadar karışmışken ikisi de… Ocak 2005