Genel Futbol Yazıları

Fener, Cimbom ve Yatmaz Kalkmaz Bir Trabzon

Son zamanlarda yazılı metinlerde ve sözel açıklamalarda sıkça karşılaşmaya başladığımız “Anlattıklarınız, karşınızdakinin anlama kapasitesiyle sınırlıdır” gibi sözlere çok veriyor olsam da, ben yine de bıkmadan usanmadan anlatma taraftarı bir vatandaşımdır. Şuna inanırım ki, genelde toplumun ve özelde bizim muhatap aldığımız kişilerin anlama düzeyi ne olursa olsun, bir şeyin aslını anlattığımızda, gerçeği bilen insanların sayısını mutlaka yükseltiriz, hakikatin yayılma hızını ve menzilini artırırız.

***

Kendi kurumum Trabzonspor açısından, bunun en çarpıcı ve hayati örneği, mevcut yönetim ile eski yönetimin başkanı arasında yaşanan ve “uzlaşma” adıl verilen hadisede yaşanmıştır. Dört sene önce kasası dolu parayla ve düzenli ödemelerle, kadrosu ise yerli-yabancı milli ve yıldız oyuncularla dolu olan Trabzonspor’u, Onursal Başkan’a devrederek olayların gelişimini izlemeye geçmiş eski yöneticilerin de desteğiyle, kulübü dört yıl boyunca çok kötü yöneten bir anlayışı alt ederek göreve gelen Sümer ve arkadaşlarının, kurumun içinde bulunduğu parasal ve moral durumu camiaya ve kamuoyuna anlatamaması –ya da anlatmakta ayak sürümüş olması- bu ekibin şimdiki tartışılır hâlinin başlıca nedeni olmuştur.

Trabzon kentinin ve Trabzonsporluların büyük desteğini arkasında hissettiği çok uzunca süre içinde, nasılsa saha sonuçları iyi gidiyor diye, Brezilyalıların verdiği sezon başı keyfine de dalarak kurumun nasıl bu duruma düşürüldüğünü anlatma hakkını ve şansını kullanmayan Sümer, bugün desteğini büyük ölçüde yitirmiş ve bunalmış durumdadır. Tekrar toparlaması da zor görünmektedir.

İşte sadece bu örnek bile, insanın kendini ifade etmesinin ve gerçekleri anlatmasının sadece bir hak değil, o kişinin toplumsal sorumluluğu olduğu düzlemlerde aynı zamanda bir sorumluluk ve hatta zorunluluk olduğunu ortaya koymaktadır.

***

Bence, Roma-Galatasaray maçı sonrasında çıkan olaylar nedeniyle “tartışmasız” bir şekilde ertelenmesi uzun süre tartışılan Trabzonspor-Galatasaray maçı hakkında www.antu.com sitesince düzenlenen anket karşısında, gerçek futbol adamlarının ve sorumluluk sahibi Trabzonsporluların izlemesi gereken yolu da yukarıdaki örnek ve prensip dahilinde düşünmek icap etmektedir. Söz konusu anketin ana sorusu “Trabzonspor bu maçta da Galatasaray’a maçı verecek mi?”dir. Bu, Türkçe açısından kusursuz olmasa da, meramını anlatabilen bir cümledir. Sorunun ve anketin çıkış noktası ise, aslen, geçtiğimiz sezonun son haftasında Ali Sami Yen’de oynanan ve ev sahibi takımın 4-0 galibiyetiyle sonuçlanan lig karşılaşmasıdır.

Futbolla biraz ilgilenen herkesin bildiği gibi, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında süren 2000-2001 sezonu yarışının şampiyonunu, son haftada oynanacak Samsunspor-Fenerbahçe ve Galatasaray-Trabzonspor maçları belirleyecekti. Heyecanın, Fenerbahçe’nin Samsun’da galibiyete ulaşması halinde hiçbir önemi kalmayacak olan İstanbul ayağı, Karadeniz’de diğer iki olasılığın gerçekleşmesi durumunda ise had safhada önem arz edecekti. Yani, averaj hesapları ortaya çıkacaktı.

***

Malumunuz, Fenerbahçe’nin tek golle yenik olduğu ilk yarım saatler sonunda, Galatasaray kendisine yetecek farkı sağlamıştı bile. Ancak, Tıpkı bir önceki Erzurum deplasmanı gibi, Samsun’daki maçın ikinci yarısında da iki gol bulan Fenerbahçe üç puanı alınca şampiyonluğu da kaptırmamıştı. Bu satırların yazarı, işte o son haftasını takiben kaleme aldığı “Trabzon’u Fener kurtardı” başlıklı yazısında şu cümlelere yer vermişti:

ŞimdiSözüm Trabzonsporun değerli yöneticilerine, teknik heyetine ve oyuncularınaNe kadar eksiğiniz, ne kadar sorununuz, ne kadar sıkıntınız olursa olsun, asla ve asla bu maçı bu sonuçla kapama özgürlüğüne sahip değildiniz. Samsunsporun, Kocaelisporun, Ankaragücünün başı dik ayrıldığı sahayı o skorla terk etme hakkınız yoktu. Elbetteki rakibiniz çok güçlüydü, bu sezon sizi Avni Akerde bile dörtlemişti; hem hâlâ ulaşabileceğini düşündüğü bir hedefi vardı. Bu nedenleYenemeyebilirdiniz, hatta berabere de kalamayabilirdiniz; ancak hiç değilse fark yememeliydiniz.

Trabzonspor cumartesi akşamı büyük bir badire atlatmıştır. Fenerbahçe’nin Samsun’da galip gelmesiyle, bin yıllık bir beladan kurtulmuştur. Biz, yatıp kalkıp Fenerbahçe’ye dua edelim. Eğer onlar Samsunspor’un golüne cevap veremeselerdi de, Galatasaray şampiyonluğu kapsaydı, Trabzonspor rezil olmuştu rezil! Fenerbahçe’nin yeni taraftarlık zihniyeti takımına nasıl bağırıyordu: “Bizler inandık, siz de inanın!” Ne güzel, ne derin! Onlar inandı ve şampiyon oldu. Bizi ise Allah korudu, “Bizler utandık, siz de utanın!” tezahüratından yani…”

***

Gerçekten de Trabzonspor o gün, Fenerbahçe’den de büyük, bir tehlike atlatmış, ancak yine de Fenerbahçeli futbolseverlerin öfkesinden kurtulamamıştır. Yeni sezonda Fenerbahçe tribünlerine asılan “Galatasaray:74-Trabzonspor:0, maçın ikinci yarısı oynanıyor” gibi –itiraf edeyim ki harika-esprili pankartlar da işte o dönemin futbol literatürümüze kazandırdığı eserlerdir. Buna karşılık, bu sadece bir tatlı espridir ve bugün düzenlenen ankete zemin hazırlamakla birlikte asla ve asla doğrulara, tarihsel gerçeklere dayanmamaktadır.

Trabzonspor yönetim kurulunun gereksiz ve sert tepkisi sonrasında, Trabzonspor-Galatasaray maçının ertelenmesiyle de www.antu.com sitesinden kaldırılan söz konusu anket, maçtan bir gün önce yeniden oylamaya açıldı. O zaman dokuz bine yakın oyda kalan anket, maça yirmi dört saat kala on bin oyu aşmıştı. Katılanların –ki elbette tamama yakını Fenerbahçe taraftarlarıdır- % 80’den fazlası, Trabzonspor’un Galatasaray’a yenileceğini düşünmekteydi.

Anketin Trabzonspor taraftarları arasında bulduğu yankı ise dalgalıydı. Taraftar sitelerindeki forumlara katılanların önemli bir kesimi böyle bir ifadeye şiddetle karşı çıkarken, geçen sezonki farklı Galatasaray yenilgisine olan kızgınlıkları hâlâ geçmemiş olan büyük bir grup ise “Adamlar ne dese haklı” şeklinde tepki veriyordu. Arada, “Bırakın ne derlerse desinler. Biz işimize bakalım” mesajı gönderenlerin sayısı da az değildi hani.

Tepki tepkidir işte; ölçüsünü tutturmak kolay değildir; haklı ve haksız yanları birlikte içerir çoğunlukla. Fenerbahçelilerin düzenlediği anket de bir tepkidir nihayetinde. Buna gelen karşı tepki de çok doğaldır haliyle. Kızmak da, beşeri bir duygudur, haklı bulmak da. Bana kalırsa, “Biz işimize bakalım” demek de fena bir seçenek değildir; ancak işimize doğru tanımlamak koşuluyla. Aydınlık kafalı bir futbolseverin ve Trabzonsporlunun işi, kişisel ve kurumsal anlamda kendini düzeltmek kadar, kendini anlatmaktır da bir yerde. Ayrıca, sporun günümüzde ve ülkemizde sokulduğu şekil çerçevesinde onların “anketengiz” tepkilerini çok da anormal bulmadım. Bu nedenle, ben tepki verip geçemedim, Fenerbahçeli futbol-izlerlerin anketine. Ben gerçekleri ortaya koyayım da, almak isteyen alsın, anlamak isteyen anlasın, dedim, işin zahmetlisini seçerek. Aşağıda, işte bu çabanın naçizane ürünlerini bulacaksınız. Hepiniz bu verileri yorumlamakta hürsünüz şüphesiz.

Henüz şampiyonu belli olmayan bu maraton, Trabzonspor’un ligdeki 28. sezonudur. Bu süre içinde Trabzonspor 6 kez şampiyonluk ipini göğüsleme başarısını gösterirken, Fenerbahçe ve Galatasaray 8’er ve Beşiktaş da 5 kez mutlu sona ulaşmışlardır. Bu sezon öncesinde kalan yirmi yedi sezonun sadece 3’ünde (1974-75, 1993-94 ve 2000-2001) Fenerbahçe ve Galatasaray yaptıkları zirve mücadelesi sonunda ligi ilk iki sırada peşpeşe bitirmişler; iki kez Fenerbahçe, bir kez de Galatasaray şampiyon olmuş. Yani, Trabzonspor ligdeki ısınma turunu takiben neredeyse yirmi yıl, iki ezeli rakip şöyle namlarına uygun bir yarış yaşayamamışlar. Buna karşılık, Trabzonspor ile Fenerbahçe tam 8 amansız mücadele sonucunda 4’er şampiyonluk kazanmışlar.

Yirmi yedi sezonda, lig sıralamasındaki en iyi ortalama dereceyi 2.96 ile Galatasaray yapmış. Fenerbahçe’nin sıralamadaki ortalama yeri 3.lük olurken, Trabzonspor ise 3.25’lik bir derece yakalamış. Trabzonspor’un en kötü derecesi, ilk sezonundaki 9.luğu; buna karşılık Galatasaray’ın 10.luğu ve Fenerbahçe’nin de 11.liği kayıtlara geçmiş.

Şimdi gelelim, Galatasaray ile Fenerbahçe’nin ikili şampiyonluk mücadeleleri sırasında üç takımın aralarında oynadıkları maçların kısa bir analizine. 1974-75 sezonunda, Fenerbahçe, Galatasaray’ın önünde lig şampiyonluğuna ulaşırken, Trabzonspor’la oynadığı iki maçı da 1-0 kazanmış. Galatasaray’ın ise İstanbul’daki 1-0’lık galibiyetine karşılık Trabzon’da aynı sonuçla mağlubiyeti var. Yani Fenerbahçe daha çok puan almış Trabzonspor’dan. Çok sonraları, 1993-94 sezonunda Galatasaray, Fenerbahçe’nin önünde ipi göğüslerken Trabzon’dan 2-1’lik bir galibiyet çıkarmış ama ligin ikinci yarısında Ali Sami Yen’de oynanan maçı 0-2 kaybetmiş. Fenerbahçe ise Kadıköy’deki 1-1’den sonra Avni Aker’den 1-0’lık zaferle çıkmış. O sezon da, Fenerbahçe’nin Trabzonspor karnesi, Galatasaray’ınkinden daha iyi.

Yukarıda söz etmediğimiz 1996-97 sezonunda, dört takım birden uzun süre zirveyi zorlamış; sonuçta Galatasaray, ligi, Beşiktaş’ın 8, Fenerbahçe’nin 9 ve Trabzonspor’un da 10 puan önünde (3 puanlı sistem) tamamlamış. O sezon, Trabzonspor, Galatasaray’ı, İstanbul’da 1-0 yenmiş, Trabzon’daki maç golsüz tamamlanmış. Galatasaray’ın Trabzon’dan alabildiği sadece 1 puan var. Buna karşılık, Fenerbahçe ve Trabzonspor birer galibiyet ve 3’er puan almışlar birbirlerinden. Yani, yine Fenerbahçe kârlı.

Trabzonspor-Galatasaray maçları hakkında spekülasyon yapan bazı Fenerbahçelilerin asıl çıkış noktası ise 2000-2001 sezonu elbette. Global bir bakış açısıyla, önemli bir fark yok arada gerçekten. Temel sıkıntı, zamanlamada; yani fikstüre göre, Trabzonspor’un iki rakibi ile son haftalarda karşılaşmasında. Ligin devre arasında gelen yönetim değişikliği sonrasında haftalarca kötü sonuçlar alan Trabzonspor’un sonradan düzelmiş ve ciddi bir seri yakalamıştır. Yarışın 32.haftasında, Avni Aker’deki konuk Fenerbahçe’dir. Galatasaray ile yarışan sarı-lacivertliler, iyi oynayıp çok pozisyon buldukları maçı tek golle kaybederler. Galatasaray ise Trabzonspor’u ligin 34. ve son haftasında konuk eder. Averaj hesaplarının olduğu yarışta, Galatasaray’ın 4-0’lık galibiyeti Fenerbahçelileri, şampiyon olmalarına rağmen, isyan ettirir. Bu kızışmış zamanda ve zeminde, kendilerinin de, Trabzonspor’u iç sahada 5-2 yendiklerini gözden kaçırırlar. Dahası Trabzonspor o sezon birçok maçı farklı kaybetmiş, hatta kendi sahasında, ligden düşen Siirt’ten bile dört gol yemiştir. Galatasaray’ın Trabzonspor karnesinde 4, Fenerbahçe’ninkinde ise 3 puan vardır.

***

İşte durum bundan ibaret sevgili futbolseverler. Anketin sonuçları da, istatistikler de ortada. Alınır, alınmaz; anlaşılır, anlaşılmaz; yorumlanır, yorumlamaz…

Şimdi bir de, şu paragrafı değerlendirmeye çalışalım isterseniz:

İstatistiksel yorumlar, örnek ile bütün arasında bir benzerlik olduğu kabulüne dayanır. Benzerlik ne kadar fazla ise çıkarımlar o kadar güvenilir olur. Diğer taraftan, örnek bütüne benzemiyorsa çıkarım yanlıştır.”

Bu üç cümleyi, 2001 yılı ocak ayında Boyut yayınlarından çıkan “Safsata Kılavuzu” adlı kitaptan aldım. Alt başlık: “Yetersiz Örnek Safsatası”, tanımı da şöyle: “Az sayıda örnek ile çabuk genelleme yapma hatası” İşte bazı Fenerbahçeli dostlarımızın, yenemedikleri öfkeleriyle düştükleri hata tam da bu. Tarihsel gerçeklere ve bunca yılın alın teriyle yazılan istatistiklere bakmadan, sadece bir maçın -o da maalesef bu dönem için doğal- sonucuna bakarak büyük bir genelleme hatası yapıyorlar. Aslında, bu hataya düşenler sadece onlar değil. Günlük çabalarımız içinde hepimiz bu tip hataları zaman zaman yapıyoruz; yazılarımızı, fikirlerimizi bir temele oturtma gayretiyle bu tip örneklere dayanıyoruz. Yani, bu durum gayet insani.

Kitapta bu hata için verilen örneklerden biri de şu: “Köyün girişinde iki tane cüce gördüm. Demek ki bu köyün insanlarında kalıtımsal anormallik var.” Doğrudur, Trabzon’da, belki İdmanocağı’nın tarihsel misyonundan ve Trabzonspor’un hamurundaki büyük payından etkilenerek Galatasaray’ın sarı-kırmızısına sempati duyan bir azınlık vardır hâlâ… ya da, Trabzonspor gibi gerçek bir efsane, bir yüce bir varlık mevcutken, taşralılık kompleksini veya kendi yetersizliğini Galatasaray gibi bir İstanbul ve Avrupa kulübü ile özdeşleşme gayretiyle örtmeye çalışan birkaç “yüreksel cüce” vardır. “Yüce”nin olduğu yerde “cüce” de olacaktır her zaman zira. Ancak koca Trabzonspor camiasını bu küçücük nedenle tümden yargılamak hem büyük haksızlıktır, hem de kimsenin harcı değildir.

***

  Geçen sezonki Galatasaray maçı sonrası yazdığım yazıdan alıntı yapıp, Fenerbahçe son sezonlardaki hemen her Fenerbahçe ev sahipliğimiz öncesi tekrarladığım cümlelere bir göz atmamak doğru olmaz herhalde. Aşağıdaki yazı, geçtiğimiz sezonun sonlarına yaklaşırken Avni Aker’de oynanan ve Trabzonspor’un 1-0 kazandığı maçtan önce yazılmıştır. Bununla birlikte, Galatasaray maçları içinde aynen geçerlidir. Ve Trabzonspor yeniden kendine gelip zirve yarışına bizzat katılacağı döneme kadar da geçerliliğini korumak durumundadır:

Artık başa değil, boşa oynanmaktadır. Tribünler tatsız, formalar adsızdır şimdi. Her sezonun sonu yaklaştıkça, şampiyonluk adaylarının Avni Aker deplasmanları söz konusu olunca, spor medyası başlar o sinir bozucu cümleyi telaffuz etmeye: Şampiyonu, Trabzonspor belirleyecek!

Trabzonspor kilit takımdır hep. Kilittir, anahtardır, çilingirdir. Bu zorlama sıfatlar, kimi Trabzonsporluları mutlu da eder aslında. Ne de olsa, şampiyonu onların takımı belirleyecektir. Hiç düşünmezler nedense Madem ki şampiyonu belirleyecek gücümüz var, öyleyse neden kendi adımızı yazdıramıyoruz diye. Kilit takımın zihinsel faaliyetleri kilitlenmiştir artık!

Aklı başında futbolseverler! Şunu bilmenizi istiyorum ki; Trabzonspor şampiyon olamadıktan sonra, kim olursa olsun biz Trabzonsporlular için fark etmez. Bize bir şey katmaz, bizden bir şey götürmez. Biz kimse için kimseye karşı mücadele vermeyiz. Biz başlı başına bir deviz; kendi kaderimize ve kendi hedefimize sahibiz. Vebirbirimize kenetlenip inandığımız zaman her güçlüğü geçeriz, her rakibi yeneriz. Ama bunusadece ve sadece kendimiz için yaparız. Çünkü Trabzonspor anahtar ya da kilit değil, kapının ta kendisidir; işbirlikçi veya kiralık katil değil, bu ülke futbolunun görüp göreceği en asil şövalyedir!.. Kırk küsur yıllık ligimizden yalnız bir Trabzonspor çıkmış olması da işte tam bu yüzdendir!..” Nisan 2002