Ameliyat Masası

Bu Takımı Çok Seviyorum

Yer Trabzon Şehir Stadı. Yıl 1971, ocak ayının on yedinci günü. Ben sekiz yaşımdayım, o gün ilk kez buluştuğumuz ama sonradan en yakın arkadaşım olacak Trabzonspor ise daha dördünün içinde. İkimizin rakibi de aynı: mor-beyaz kıyafetli Orduspor. Kalede İlhan var, Şenol Güneş’li yükselme dönemi henüz başlamamış. Çok kötü bir oyun ve karambolde ağlarımızı bulan bir top. İlhan yerde, ben ayaktayım. “Faul var, sayılmaz !” diye bağırıyorum. Maçı o golle kaybederken benim küçük beynime bir kuşku saplanıyor: “Hakem hakkımızı yedi.”

 

Nice sonra, aklım erdikçe, öğreniyorum ki, Trabzon insanının tamamında benimki gibi bir şüphe saklı: “Trabzonspor’un başarısını istemeyenler var.” Bazen hakemler karşımıza çıkıyor, bazen de medya. Ya da ikisi birden, aynı anda. Bu kuşkunun bir kısmı somut bir gerçeğe dayanıyor; ama diğer yanı tipik bir Karadenizli tepkiselliği. Doğru, Trabzonspor başarılı olabilmek için saha içindeki rakiplerine ek olarak masa başındaki düşmanlarıyla da savaşmak zorunda kalıyor. Lakin, yine de kazanıyor işte. Geç ve güç de olsa 1.Lig’e çıkıyor; yalnızca bir sezon sabır gösterdikten sonra da ne kadar kupa, ne kadar unvan varsa hepsine sahip oluyor. Rüya değil, şaka değil, oluyor işte. Zira o zamanlar Trabzonspor’un sadece dış düşmanı var, iç düşmanı yok. Çünkü camiaya şimdiki gibi görgüsüzlük, bilgisizlik, yüzsüzlük, arsızlık hakim değil.

 

Bu yazıyı yazdığım gün, 2 Ağustos, Trabzonspor Kulübü’nün kuruluş yıldönümü. Türk spor tarihini değiştiren o kutlu gün, doğru dürüst kutlanamadan geçip gidiyor. Bu kulüp otuz iki yıl önce 1.Lig hayaliyle kurulmuştu; o hayal gerçekleşti, hem de fazlasıyla. Çok sevindik, çok sevildik. PTT’ye, Kayseri’ye kaptırdığımız şampiyonlukların ardından döktüğümüz göz yaşının yüzlerce katını sevinç göz yaşına çevirdik. Fakat ne yazık ki, gün geldi, Trabzonspor, yetmişli yılların ikinci yarısında hayal bile edemeyeceğimiz, kabus bile diyemeyeceğimiz bir çıkmazın içine düştü. Saha içiyle ayrı, saha dışıyla ayrı utandık. Birbirimizi kırdıkça hedeflerden uzaklaştık, başarısız oldukça birbirimize daha da acımasızca saldırdık.

 

Şimdi Trabzonspor yeni bir başlangıç yapıyor. Takım deneyimsiz, yönetim dirayetsiz; ama camia canlı, tahminlerin aksine istekli ve gayretli. Taraftar hatasını anladı, takımına her koşulda sahip çıkması gerektiğinin bilincine vardı. Tribünden sahaya yayılan belirgin bir sevgi dalgası var artık. Taraftarla takım arasında saygıdeğer bir huzur var. İşte beni umutlandıran şey de tam bu. Ve belki sadece bu. Belli ki bu sezon da kerameti kendinden menkul yöneticilerimizin yetersizliklerini izlemeye devam edeceğiz, bu yıl da akı kara, karayı ak göstermeyi sanat haline getirmiş bazı skor yazarlarının akrobasilerini hayretle seyredeceğiz. Lakin taraftar bu kez sadece gördüğüne inanacak, her şeye rağmen kulübüne sahip çıkacak, her koşulda takımına destek olacak.

 

Türkiye’nin iki büyük spor gazetesinde de yazarlık yaptım. Trabzonspor’u en yakından takip eden yayın organında, Karadeniz gazetesinde uzun süre köşe hazırladım. Ancak benim mesleğim gazetecilik değil. Bu yüzden gazeteci arkadaşlarımın ustalarından öğrendikleri “biz” öznesini değil, “ben” vurgusunu tercih ederim. Tanıyanlarınız biliyorlar, asıl işim hekimlik. Türkiye’nin en büyük eğitim hastanesinde çalışıyorum ve işim haliyle çok ağır. Bu nedenle, beni spor yazısı yazarken, Trabzonspor’a bunca mesai ayırırken görenler şaşırıyorlar, “Senin başka işin mi yok?” diyorlar. Ben ise onlara, Trabzonspor’u her şeyin üstünde tutan tüm Trabzonsporlular adına cevap veriyorum: “Bizim elbette yapacak birçok işimiz var; ama Trabzonspor’un bizden başka kimsesi yok !”