Fırtına, İhtilal, Efsane,Trabzonspor

Mehmet Ali Yılmaz:Her şeyiyle unutulmaz

Mehmet Ali Yılmaz, Trabzonspor tarihinin -gerçek anlamda- yegane “paralı başkan” portresidir. Belli miktarda parası bulunsa da tam bir “paralı başkan” olmayan Mustafa Günaydın’dan sonra göreve gelmiş ve aralıklı olarak 12 yıl başkanlık görevini yürütmüştür. Yılmaz’ın, Türk futbol kamuoyundaki ismi geçen zamanla öyle büyümüştür ki, sadece Trabzonspor’un altın yıllarındaki çok başarılı başkanların isimlerinden çok daha öne çıkmakla kalmamış, İstanbul kulüplerinin başkanlarından da öne çıkmıştır. Türk futbolunun uzunca bir kesitinden bugün akılda kalan üç isimden biri Süleyman Seba ise, diğer ikisi, Mehmet Ali Yılmaz ve onun Fenerbahçe analoğu Ali Şen’dir.

İlginçtir, Yılmaz, efsane kadronun son temsilcilerine ve Trabzonspor başarı geleneğinin seksenlerdeki son nefesine kişisel maddi gücünü katarak Trabzonspor’a kazandırdığı 1983-84 sezonu lig şampiyonluğu dışında elle tutulur hiçbir başarıya imza atamamıştır. 1982-83 sezonundaki Cumhurbaşkanlığı Kupası dışında, lig şampiyonluğu ile eşzamanlı bir kupa zaferi, ertesi sezonda ise sadece bir Başbakanlık Kupası kazanılmıştır. 1995-96 sezonunun yaklaşık bir yıl gecikmeli oynanan Başbakanlık Kupası ise çok uzun bir aradan sonra konan son noktadır.

Peki… Trabzonspor’un otuz yıla yaklaşan 1. Lig kariyerindeki 6 lig şampiyonluğunun 5’inin Yılmaz’dan önce kazanılmasına ve “Karadeniz Fırtınası”, “Anadolu İhtilali” ve “Trabzonspor Efsanesi” gibi kavramların kendisinden önce yaratılmış olmasına rağmen Mehmet Ali Yılmaz’ın bir “Mit” haline gelmesinin futbol bilgisi ve spor kulübü yöneticiliği dışında nedenleri vardı elbette. Yoksa, koca camiayı “Trabzonspor benim evladımdır” cümlesine indirgediği döneme, yani 1999’un son gününe kadarki 13 yılında sadece bir lig şampiyonluğu ile, bir başka deyişle % 7,69’luk bir başarı oranıyla, sadece 8 yılda 5 şampiyonluk kazanarak % 75’lik bir başarı oranına erişen, yani Yılmaz’ın 10 katı başarılı başkanların ve yöneticilerin adını bu denli gölgede bırakması mümkün olamazdı.

Mehmet Ali Yılmaz, kendine özgü karizması olan, mert, eli açık, yaşının üzerinde bir babacanlığa sahip bir kişilik olarak girdi Trabzonspor camiasına. İlk transfer sezonunda büyük paralar harcadı. Lakin sonrasında, Türkiye sınırlarını aşmanın vaktinin geldiğini söyleyerek vaat ettiği “Avrupa’da başarılı takım”ı yaratabildi, ne de ülke çapında başarı grafiği yakalayabildi. Yılmaz’ın buna rağmen hükümranlığını uzun süre sürdürmesindeki önemli bir etken, Trabzon kentinin ve Trabzonsporluların yükü sırtlayacak bir adam bulunduğu düşüncesiyle sorumluluk almaktan kaçmalarıydı. Kabaca bakıldığında başkanlık için gereken özelliklerin tamamı mevcuttu Yılmaz’da. Paraysa para, güçse güç, medya hakimiyetiyse en alâsından. Elinin açıklığı bambaşkaydı üstelik. Trabzon’daki yöneticiler telefonu açıp da “Başkan para!” der demez yola çıkıyordu havale. Dahası, Yılmaz’ın dara düşen Trabzonsporlulara yaptığı maddi yardımlar da az değildi. Ne kadar delikanlı ve mertse bir o kadar da yardımseverdi, kara gün dostuydu; Trabzonspor camiasında onun maddi manevi desteğini gören kişilerin sayısı giderek artıyordu.

 

Mehmet Ali Yılmaz’ın Trabzonspor’daki kalıcı eserlerinden en önemlisi, kendi adının verildiği tesislerdi şüphesiz. Önceki yönetimlerce başlatılan proje, devletten alınan arsa üzerinde, başta dönemin TBMM Başkanı Trabzonlu Necmettin Karaduman olmak üzere Trabzonlu vekillerin de desteğiyle hayata geçirilmişti. İşte bu tesis, Yılmaz’ın sadece ismini değil, cismini de Trabzonspor’da kalıcı yapan bir eser olmuştu.

Nedense Yılmaz, uzun süre Trabzonspor başkanlığı yapmasına rağmen hiçbir zaman Trabzon kenti ile iç içe bir insan olamadı. Trabzon’a gelişi, gidişi asla memleketiyle kucaklaşan bir Trabzonlu’nun sıcaklığını taşıyamadı. Yılmaz için Trabzonspor vardı; ama Trabzon yoktu adeta. O, daha ziyade bir İstanbullu idi, oraya aitti. Zaten bu sıkıntıyı vekillik ve bakanlık dönemlerinde de yaşadı ve Ankara’ya “devam”da büyük zorluk yaşadı.

Trabzon da, Trabzonspor dışında Yılmaz’ı bir türlü anlayamadı. Mehmet Ali bey, her Trabzonlu’dan farklı, Trabzonspor’un içinde olsa da Trabzonlu’ya uzak bir “yarıtanrı” olarak algılandı kentte. Büyük saygı duyuluyordu, lakin sıcaklık yoktu arada. Trabzonspor camiasının kayıtsız şartsız liderinin 1991 seçimlerinde milletvekili seçilirken partisine kazandırabildiği oyun azlığı bundan kaynaklanıyordu herhalde. Oysa, henüz Yılmaz’ın doğallıktan uzak tebessümünün ortaya çıkmadığı dönemdi daha.

Vekil seçilene kadar Trabzonspor’un orta sıralara doğru inmesine ve ilk “sıra takımlığı” dönemini yaşamasına engel olamayan Yılmaz’a yine de fazla eleştiri gelmemesi, bugünden geçmişe bakıldığında çok şaşırtıcı geliyor insana. Dediğimiz gibi, “sorumluluk savma” idi başlangıçtaki neden. Ancak hesap kitap da karışmıştı zamanla. Yılmaz’ın kulüpten ne kadar alacağı olduğu bilinmiyordu. Başkanlığı, ancak onun kendiliğinden devretmeyi uygun bulduğu zaman kadar sürüp gitti böylece. Ancak bir şeyi unutmak haksızlık olur ki; Mehmet Ali Bey, başkanlığı devrettiği Sadri Şener ve sonrasında Faruk Özak dönemlerinde de kulübe gerekli desteği vermekten çekinmedi. Her zaman Trabzonspor’un yanındaydı.

Aslında Yılmaz ismi politika kulvarına dalarak başkanlıktan kendi isteğiyle ayrıldığı zamana kadar doğru dürüst tartışılmamıştı bile. Ne zaman ki, Trabzonspor mütevazı başkan Özak ve yine tevazu sahibi arkadaşlarının yönetiminde, yöneticilerin maddi katkısının % 5’in altına düşürüldüğü bir yönetim anlayışı ile ciddi bir çıkış yakaladı ve şampiyonluk dışında her türlü kupayı kazandı ve her rekoru kırıp Avrupa’da da yeniden destan yazar oldu, işte ancak o zaman akıllarda bazı soru işaretleri belirdi. Demek ki bu iş için “paralı başkan” şart değildi. Trabzonspor bir yandan ülke içindeki taraftar sayısını artırıyor, diğer yandan da Avrupa’daki gurbetçilerin kalbinde “1” numaraya yükseliyordu. Bu tam bir başarı öyküsüydü. Ta ki 1996 yılının ilk mayıs pazarına kadar…

Yılmaz’ın iyi arkadaşı ve tarz olarak benzeri Ali Şen’in Fenerbahçe’si bizzat Şen tarafından yaratılan ve dönemin başbakanınca da onay ve destek gören yapay savaş havasının da etkisiyle o gün sahadan mucizevi bir galibiyetle ayrılınca Trabzonspor’un neşesi ve huzuru kaçar. Olaya bir de Şen’in kendine özgü pervasızlığıyla Faruk Özak’a yaptığı kafakol hareketinin fotoğrafı yayınlanınca Trabzon’da ip tümden kopar. Büyük küçük herkes Mehmet Ali Yılmaz gibi bir başkanla o tarihi maçın kaybedilmeyeceğini, Ali Şen’in oyununa gelinmeyeceğini seslendirmeye başlar. Bu düşünce temelsiz de değildir, bir maç için doğrudur; ama unutulan nokta, Trabzonspor’un Mehmet Ali Yılmaz türünde bir başkanla o maça kadar gelemeyeceğidir. Bu gerçek, baskı altında kalan Özak’ın yönetimi Yılmaz’a devretmesinden sonra çok iyi görülecek, ancak iş işten geçmiş olacaktır.

Mehmet Ali Bey, camianın bir tür ortak talebiyle yeniden koltuğa oturduğunda Trabzonspor ligde zirvenin hemen altındadır. Oyuncu kadrosu birinci sınıf, kulübün kasası doludur. Buna karşılık ortada huzur diye bir şey yoktur. Sürekli hoca değişikliği yapılır, yerli ve yabancı yıldızlar elden çıkarılır. Yapılan transferlerden çok azı yararlı olmuş, buna karşılık milyonlarca dolar uçup gitmiştir. Belki bunlardan da kötüsü, başkanın ve yönetiminin olumsuz ve sevimsiz imajının ülkedeki Trabzonspor sempatisini hızla tüketmesidir.

Yılmaz takımının çoğu maçına gitmeye gerek görmez. İşi daha ziyade yönetici yaptığı şirket muhasebecisine ve Trabzon’daki yönetici arkadaşlarına bırakır. Trabzon’daki yöneticiler ise ayrı bir alemdedir. Trabzonspor’un deplasman kampları Las Vegas’ı aratmayan görüntülere sahne olmakta, her türlü alem dedikoduları ortalıkta dolaşmaktadır. Yılmaz ise giderek kendine dönmekte ve Trabzonspor’la ilgili konuları ya İstanbul’daki malikanesinde veya ofisinde ya da Antalya’daki tatil köyünde çözmeye çalışmaktadır. Ekranlarda ise Karadeniz Fırtınası’nın yerini, sigara dumanından pek seçilemeyen yönetim kurulu görüntüleri ve Mehmet Ali beyin tespihi ile kendine has gülümsemesi almaktadır.

Kulübün maddi-manevi dejenerasyonu dört yıl sonra bazılarının harekete geçmesine yol açar. Para akışının İstanbul’dan Trabzon’a doğru olduğu yıllarda havaleleri mutlulukla seyreden çevreler, tersi bir akım başladığı iddiasıyla kıpırdanmıştır. Yılmaz’ın şehrin önemli kişiliklerinden “Böcekler!” ve “Donsuzlar!” diye söz etmesi de ayrı bir motivasyon (!) kaynağıdır. Trabzon şehrini hiçbir zaman yüceltme ihtiyacı duymayan Yılmaz’ın Trabzon’daki ağır toplardan destek görmediği savıyla yaygın medyaya kent hakkında giderek daha çok şikayette bulunması Trabzonluları kızdırmıştır. “Onursal Başkan”ın kentin onuruyla oynadığı kanısı genel kabul görmüştür. Neticede, birkaç kişinin çabasıyla başlayan hareket 6 gün gibi kısa bir sürede Özkan Sümer’in temsil ettiği büyük bir toplumsal tepkiye dönüşür.

31 Aralık 2000 kongresi yapılır ve Yılmaz Trabzonspor başkanlığından ayrılmak zorunda kalır. Seksenli yıllarda kulübe “unutulmaz” hizmetleri olan Mehmet Ali bey için yeni bir “unutulmaz”lık dönemi başlayacaktır artık. Yaygın medyadaki gücüne Trabzon’daki gazetesini ve televizyon kanalını ekleyen Yılmaz, göreve gelen yeni yönetime nefes aldırmamaya kararlıdır. Milyonlarca dolarlık çeklerle kulübün gelirine temlik koydurur önce. Sümer yönetimi bir yandan bunalırken diğer yandan da karşı yasal atağını yapar. Ancak saha sonuçları da kötü gitmeye başlamıştır. Yılmaz’ın gazetesi de yönetimi topa tutmaktadır. Ekibin içinde “Trabzonspor’un ikinci lige düşeceğini bilsek yine de Sümer’i koltuktan indireceğiz” diyenler dahi mevcuttur. Trabzonspor ve Trabzon yine tarihi bir kesit yaşamaktadır. Ve, Yılmaz o dillere destan Trabzonspor sevgisini yeniden yorumlamaktadır: “Benimken her şeyi çok seviyorum!..”

Çek ve temlik davaları sürerken, son Yılmaz yönetiminde görev almış bazı isimler, kongreden önce alınan bazı kararlarda görünen imzaların kendilerine ait olmadığını beyan ederler. Olayda ayrıca bir de tarihleme hatası vardır. Uzun süren sıkıntıların sonunda adalet mekanizması Trabzonspor’un imdadına yetişir ve çeklerin hükmü kaybolmaya yüz tutar. Bu kez gündeme gelen konu uzlaşmadır. Mehmet Ali bey önce bir miktar para karşılığında iddia ettiği haklarından vazgeçeceğini açıklar; ama yönetim bunu kabul etmez. Ardından sadece iki eski yönetici arkadaşına olan borçlarının ödenmesini istediği duyulsa da yönetim bunu da reddeder. İki taraf da tedirgin, Trabzonspor huzursuzdur. Mevcut yönetimin yargıya başvurması halinde Yılmaz ve arkadaşlarının çok ağır suçlamalarla yargılanması söz konusudur.

O ara her kafadan bir ses çıkar. Kimi uzlaşma yanlısıdır, kimi olayın mahkemede çözülmesi taraftarı. Hukuki yolun uzun olması yanında bir de Trabzonspor’da başkanlık ve yöneticilik yapmış isimlerin mahkum olması tehlikesi vardır ki, bu doğrudan kurumu yaralayacaktır. Sonunda yönetim uzlaşmaya yanaşır. Lakin tam o sırada beklenmedik bir gelişme yaşanır: atv’de Faik Çetiner’in programına konuk olan Yılmaz yönetime verip veriştirir ve sert bir ifadeyle “Beni mahkemeye vermezlerse şerefsizdirler” gibisinden beklenmeyen bir çıkış yapar. Yönetimin siniri bir kez daha bozulur. Camiada hiç kimse Yılmaz’ın bu fevri hareketine anlam verememektedir.

O hafta sonuna doğru Mehmet Ali bey yeniden tavır değiştirir ve yönetimin hukuk işlerinden sorumlu üyesi avukat Yusuf Reha Alp’i arattırır. Yılmaz’ın eski yönetici arkadaşı avukat Turan Alp’in oğlu olan Yusuf Reha Alp, Yılmaz’ın evladı gibi bildiği bir Trabzonsporludur. Sonunda Yılmaz’ın Trabzon’daki gazetesinden Alp’e ulaşılır ve buluşma kesinleşir. Genç Alp’e Mehmet Ali Yılmaz’ın tarzına karşılık verebilecek bir yönetici ağabeyi, Mustafa Bekaroğlu eşlik eder ve uzlaşma metni karşılıklı olarak imza edilir. İmza töreninin Trabzonspor Kulübü yerine Yılmaz’ın İstanbul’daki ofisinde yapılması mevcut yönetimin büyük bir acemiliğidir. Nitekim, hemen ertesi günü tüm spor sayfalarında medya mensuplarına gülümseyerek poz veren Yılmaz’ın sözleri yayınlanır. Onursal Başkan, kulübe olan sevgisinden ötürü 20 milyon doları hibe ettiğini söylemektedir.

Sümer’in bunalmış yönetimi büyük bir sıkıntıdan kurtulmuş ama kamuoyuna gerçekleri anlatamamıştır. Türk futbolseverleri ve hatta Trabzonsporluların önemli bir bölümü Yılmaz’ın bir kez daha büyüklüğünü gösterdiğini ve sevdalısı olduğu kulübü kurtardığını düşünmektedir. Yılmaz, ustaca bir manevrayla ve sınırsız medya desteğiyle kendisine karşı ihtilal yaparak göreve geldiklerini iddia eden bir yönetimi kendi desteğiyle ayakta kalmış gibi göstermeyi başarmıştır.

Zamanla Yılmaz’ın medyayı kullanma şekli değişir. Biraz da camiadaki sevgi ve saygısını kaybettiğini hissettiğinden olsa gerek artık yönetimi, yani kulübü zorlamayan bir tarz seçmiştir. Ilıcaklar’ın Tercüman’ının yeniden yayın hayatına başlaması ile de eski spor bakanı artık “spor yazarı” olur. Sadece Trabzonspor’u değil, haftanın değerlendirmesini de yazmaktadır. İşin ilginci, bir yandan da yazılmaya devam etmesidir. Gazeteci Ecevit Kılıç’ın 2003 yılı nisan ayında çıkardığı “Kirli Kramponlar: Futbol, Mafya, Para, Siyaset” adlı kitabında kendisine geniş yer verilir. Kitapta yazılanlar, bugün Yılmaz’a hala sempati ile bakan ya da bakmayan tüm Trabzonsporluları yaralar. Bir dönem spordan sorumlu devlet bakanlığı yapmış ve özerk federasyon yapısını oluşturmuş Yılmaz gibi bir değerin, bakanlığından yıllar sonraki federasyon seçimleri sırasındaki yaklaşımı ve mafya olarak nitelenen kişilerle ilişkileri konularındaki bu iddialar -sadece iddia bile olsalar- Trabzonspor sevdalılarını derinden üzecek türdedir.

Yılmaz, son dönemdeki Trabzonspor ile ilgili nadir çıkışlarından birini Özkan Sümer’in 2003-2004 sezonu başındaki sürpriz istifası sırasında yapar ve “Yükü taşıyamadılar” der. Kulübü başkansız bırakmayacağını eklemeyi de unutmaz. Ancak artık camianın koşulları ve bilinci Yılmaz’ın doğrudan başkan adayı olmasına izin verecek halde değildir. Yine de, Ahmet Ağaoğlu’nun beklenmedik geri manevrası ve kalan kısa sürede de ağırlıklı bir başkan adayının çıkmaması sonucunda kongrenin ertelenmesi ile şans bir anlamda Yılmaz’a tekrar güler. Mehmet Ali bey bir kez daha atv’de Faik Çetiner’in programına konuk olur. Yılmaz’a göre, o kulübü bir süre oyalanmaları için Trabzon’dakilere bırakmıştır. Lakin işler böyle giderse yeniden el koyacaktır!

Yılmaz alışılmış tavrını yine göstermiş, Trabzon cephesinden de alışıldık yanıt gelmiştir. “Alışmış”tan “sıkılmış”a geçen ise sade ve samimi Trabzonsporlulardır. Artık hiç kimsenin Trabzonspor için tam doğru olmadığını bilmekte ve asıl buna üzülmektedirler. Ortam, bu çaresizlikten ve bezginlikten en iyi yararlanmasını bilecek kişiye veya gruba kalacak gibidir. Bu yazının yer alacağı kitabın yayımlanma sürecinde veya hemen sonrasında olacak gelişmeler ne kadar sıkılmış olsalar da Trabzonsporlular tarafından merak edilmektedir.

Trabzonspor’un en uzun süre görev yapan ve fakat en başarısız karneye sahip karizmatik başkanının kısa hikayesi işte böyledir. Mehmet Ali Yılmaz, Trabzonspor için her şeyiyle “unutulmaz” bir başkan olmuştur. Sadece Trabzonspor’u değil, spordan sorumlu bakanlığı sırasındaki çabaları ile tüm Türk futbolunu ve Türk sporunu etkilemeyi başarabilmiştir. Yılmaz, Trabzonspor’a maddi ve manevi katkıları ile olduğu gibi, son dört yılında Trabzonspor’un maddi ve manevi nice değerini heba ettiği için unutulmazdır. Hem son şampiyonluğu yaşatan başkan olarak, hem de diktatörlere benzetilen tarzıyla unutulmaz bir portredir. Kongreleri terk etme, kongrelere gelmeme gibi huylarıyla olduğu gibi kaybettiği kongreden sonra kulübünü zora sokması ile de unutulmazdır.

Kısacası, Mehmet Ali Yılmaz, her Trabzonsporlunun asla unutmaması gereken bir Trabzonsporludur. Trabzonspor için ondan ve hikayesinden alınacak çok ders vardır…