Fırtına, İhtilal, Efsane,Trabzonspor

Ha Horon, Ha Samba

Yetmişlerin ikinci yarısıydı. Tüm futbol kamuoyunun Trabzonspor’u bir yandan alkışladığı, diğer yandan da sürpriz başarısının sırrını çözmeye çalıştığı dönemdi. Büyük gazetelerden birinin spor sayfasında (zamanın en iyi spor sayfaları Milliyet ve Tercüman gazetelerinde olduğuna ve biz bu iki gazeteyi takip ettiğimize göre onlardan birindeydi) ilginç bir yazı yayımlandı. Yazıda, Trabzon insanının futboldaki başarısının folklorik özelliklerle yakından ilgili olduğu iddia ediliyor ve Brezilya’nın sambası ile Karadeniz’in horonu benzetiliyordu.

Trabzonspor’un şampiyonluğu İstanbul dışına taşıması başlı başına bir olaydı elbette. Ancak en az bunun kadar ilgi uyandıran bir nokta, bordo-mavili takımın bu başarıya kendi bölgesinden oyunculardan oluşan bir kadro ile ulaşmış olmasıydı. O zaman, kurumsal bir başarının, olağan bir takım zaferinin ötesinde bir yerel özellik aramak yanlış olmamalıydı bu işin altında. Yoksa işin sırrı, şu kemençe denen tuhaf aletle çıkarılan gıygıy sesinin eşliğinde insanın her tarafı oynayarak yapılan figürlerde miydi?

***

Kumsallardan, kenar mahallelerden yetişen yıldızlar ile dünya futbolunda zirveye ulaşan Brezilya milli takımı için sambanın anlamı çok büyük elbette. Oyuncuların her hareketinin samba kıvraklığı ve estetiği içinde olması değil sadece futbol-samba ilişkisini futbolseverlerin beynine yerleştiren. Maç boyunca tribünlerden verilen tempo, davul sesleriyle tribündeki taraftar ile sahadaki futbolcu arasında garip bir iletişim kurulması, büyülü bir sinerji yaratılması bambaşka etkiliyor olaya şahit olan gözleri, kulakları. Tüm bunların sonucunda, attıkları golden sonra tribünlerin önüne gelerek samba figürleri ile gol sevincini paylaşan oyuncuları izliyoruz büyük bir beğeni içinde.

Horon da samba kadar kıvrak bir oyun tabii ki. Üstelik tıpkı futbol gibi takım halinde yapılıyor. Sadece horondaki -Ali Kemal Denizci’nin rakiplerini bir bir çalımlayarak hızla ilerleyişini anımsatan- kıvrak ayak hareketlerine takılıp kalmamak lazım hem. Hızlı düşünme, çabukluk, dayanıklılık, eşzamanlı eylem, iyi bir ezber, körük gibi ciğer gerektiriyor horon, tıpkı üst düzey futbolun istediği gibi. Topyekün bir hadise yani horon dediğimiz. Horon ekibindeki koordinasyon gibi bir kollektivite lazım iyi takım olabilmek için. Belki biraz da bundandı Trabzonspor’un kadrosunu Trabzonlu oyunculardan oluşturduğu sezonlarda en uyumlu futbolu sergilemesi ve zirveye çıkması. Önceden ezberletilmiş, hatta doğuştan genlerine işlenmiş bir oyunu sergiliyordu sanki bordo-mavi forma giydirilmiş gençler. Bu, yetmişlerin ikinci yarısında, seksenlerin başında da böyleydi, doksanların ortasındaki son çıkışta da.

Aslında, “horon-futbol” teorisi gazete sayfalarına yansımadan da farkındaydı Karadeniz insanı bu durumun. Trabzonspor’un şampiyonluğuna şaşıranlara “Ne yani, horon oynayan adamların zeybek, misket oynayanları yenmesinden daha doğal ne olabilir!” diyenler yok değildi en baştan beri. Hani, Egelinin hiç acelesi olmadan, ağır ağır zeybek oynayışını seyreden Temel “O kadar tüşündükten sonra nenem de oynar oni” demiş ya, o hesap işte.

***

Horon, Karadeniz insanının içinde olan bir şey elbette; ama her Karadenizli de horon oynamasını bilmiyor. Trabzonspor’un şampiyon kadrolarındaki yerli oyuncuların horon bilgisi hakkında da bir kayıt yok. Bilinen, bordo-mavili oyuncuların gol sevinçlerini horon oynayarak kutlama gibi bir alışkanlığı olmadığı. Oysa hemen her Brezilyalı oyuncu gol sevincini samba yaparak gösteriyor, dediğimiz gibi. Trabzonspor ise bir ara Bursaspor’un Afrikalı oyuncusu Musisi tarafından ülkemize tanıtılan “timsah yürüyüşü”nü bile denedi bir dönem. Yakışmadı tabii… Horon ancak Özkan Sümer’in aklına geldi yıllar sonra; o da teknik adam değil, başkan olduğu dönemde. O günden sonra hem oyuncular, hem de yöneticiler horon öğrenmeye başladılar. Kutlama geceleri ve yıldönümlerinde yöneticiler, sahada da oyuncular horon sergilemeye başladılar ufak ufak. Yabancı oyuncular bile oynar oldular horonu.

Lakin iki güzellik bir araya gelemedi bir türlü. Bugün horon oynamasını bilen oyuncular var sahada belki; ama –2003 ilkbaharındaki kupa zaferine giden yol haricinde- futbol oyununu horon zarafetinde, horon ahenginde bir takım yok artık. Kariyerleri boyunca attıkları hiçbir golde, kazandıkları hiçbir kupanın töreninde horon oynamasa da, horon ekibi kıyafetleri içinde Özgür Otel’in terasında objektiflere poz veren efsane kadroyu öyle özlüyor ki Trabzonsporseverler. Ve içlerinden hep şu soru geçiyor: “Bir gün yine, horonu her iki anlamda da layığınca oynayabilecek bir kadroya sahip olabilecek miyiz acaba?..”