Fırtına, İhtilal, Efsane,Trabzonspor

Kim Kimi Taşımalı?

Spor yazarı Mehmet Demirkol’un deyimiyle tavuktan büyük bir yumurta Trabzonspor. Doğduğu, yaşadığı kenti aşmış bir olgu. Belki de kentinden aldıklarını fazlasıyla geri vermiş bir kurum.

Trabzonspor’un ekonomik açmazı, Trabzon’un ekonomik çıkmazı aslında. Lakin, şehirde yaşayan hemen herkes aklını Trabzonspor’a yorduğu için kent ekonomisi konuşulmadı yıllarca. Kent her geçen yıl nisbi imkan olarak daralma gösterirken kentlinin gözü sahada, kulağı radyodaydı hep. İşte biraz da bu sebeple mevcut koşulların dayattığından daha da hızlı bir gerileme yaşandı yöresel ekonomide.

Tam bir kısır döngü yani, Trabzonpor-Trabzon ilişkisi. Tavuktan büyük yumurta. Artık, birbirine enerji veremeyen, sinerji sağlayamayan iki değerli varlık…

“Trabzonspor kimsenin cebine sığmaz.” Doğru elbette. O kadar büyük cep olamaz hiçbir Trabzonsporluda. Ve Trabzonspor o kadar büyük ki. Koca Trabzon kentini arkasına saklayabilecek kadar büyük…

Hayrettin Hacısalihoğlu hatırlatıyor; Trabzonspor kurulurken de, kulübün, kentin cebine sığıp sığmayacağı tartışılmış. Tam olarak aynı cümle ile değil tabii. O zaman, sevdalısı olduğu (!) kulübü cebine sığdırmaya heves edecek Trabzonsporlular yoktu henüz ortada zaten. Tartışılan, kentin imkanlarının Trabzonspor’u göz dikilen hedeflere taşıyıp taşıyamayacağıydı başlangıçta. O hedefler neydi peki? Milli Lig’e çıkmak mı sadece? Yoksa ülkenin en büyüğü, en iyisi olmak mı?

Kurucularına sorsanız “Hedef neydi?” diye, çok azından “1.Lig Şampiyonluğu” yanıtını alırdınız herhalde. Ama amatör kategoride de olsa Türkiye Şampiyonluğu yaşamış bir kentin kurduğu kulüptü Trabzonspor. Tarihsel ve kültürel birikimi veri olarak kullanarak yüzeyde göründüğünden çok daha büyük bir hedef getirmek mümkün olabilirdi akıllara.

Trabzonspor, 1.Lig’e çıkışının ertesi senesinde şampiyon olunca, yani hedefini ve unvanını çok hızlı bir şekilde devasa boyuta ulaştırınca “top” kelimesini gölgede bırakan bir “cep” kavramı oturdu gündemine. Zirveye yükselmek zordu; ama orada kalmak çok daha fazla şey istiyordu…

Doğrusu, yetmişli yılların sonuyla seksenli yılların başındaki sezonlar çok zor geçmedi Trabzonspor için. En büyük başarıların kazanıldığı sezonlardı hem de onlar. Ancak seksenlerin ortasından itibaren işin rengi değişti epeyce. Bir dekat öncesindeki siyasi karışıklık ortamında kendini çok fazla gösteremeyen, belki var olan kısmının da -her ihtimale karşı- yurtdışı kasalarda saklanılması tercih edilen “para” başrol oyuncusu oldu hızla. Azı doğal, çoğu sanal meblağlar dolaşmaya başladı piyasada. Yeni zenginler türedi dört bir yanda. Kaynak belirli ya da belirsizdi. Lakin para herşeydi.

İşte buydu temelde Trabzonspor’un grafiğini kıran. O zamana kadar, Trabzon kökenli insanların dışında da pek çok futbolseveri kendi gönül birlikteliğine katma başarısını göstermişti Trabzonspor. Ancak onlar, ülkedeki parayı elinde tutan değil, aksine adaletsiz sosyal yapıya, dolayısıyla da ülkenin para babalarına karşı içlerinde besledikleri olumsuz hisleri Trabzonspor’un futboldaki başkaldırısıyla bayraklaştıran vatandaşlardı.

Neticede, Trabzonspor bir aile şirketi idi. Gidebileceği en uzun menzil de olsa olsa “Japon Mucizesi” olabilirdi. Oysa, şampiyonluk yolundaki rakipleri farklıydı. Onlar “Amerikan Rüyası” idi. Paranın medyanın kıskacındaki toplumda gözler Trabzonspor gibi bir fakir ve yakışıklı delikanlıya değil, neonlar altında olduklarından da parlak görülen rakiplerine çevrilmişti. Her kentten, her cemiyetten, her cinsten insan medyanın yarattığı meyille, geleneksel hızın ve oranın daha üzerinde bir katılım gösteriyordu üç büyük İstanbul kulübüne. En önemlisi ise, zengin işadamlarının kendilerini büyük kulüplerle özdeşleştirerek itibar kazanma yarışıydı. Dahası, bazı çok büyük sermaye gruplarının bazı kulüplere ciddi para desteği başlamıştı. Denge, hızla ve kesinlikle Trabzonspor aleyhine bozuluyordu.

Seksenlerin bol köpüklü ekonomik düzeninde, bazı Anadolu kulüpleri de bulabiliyordu, kısa süreler için olsa da, kaynağı hayali lakin kendisi hakiki paraların sahibi “ağabaşkan”lar. Hemen de ivme kazanıyordu bu kulüpler yukarı doğru. Bildiğiniz gibi, Trabzonspor da buldu hemen kendi içinde bir para sahibi er kişi. Hem de diğer hepsinden önce ve daha uzun süre için. Ancak onun da maddi gücü yetmedi ilelebet mücadele etmeye. Zira, diğer üç kulüpte maddiyat nöbeti sık sık değişirken, Trabzonspor’da yük hep aynı yiğidin sırtındaydı. Ve bu sistemin, işlemesi değil, kendi kendini dejenere etmesi daha olasıydı uzun vadede. Nitekim öyle de oldu.

İşin burası ayrı bir konu elbette; zaten ayrı bir yazı oldu bu kitapta da. Gelinen noktaya bir daha bakalım biz: “Trabzonspor kimsenin cebine sığmaz”

Doğru elbette. Bu doğruya farklı açılardan bakanlar var ilginçtir: “Maalesef doğru” diyenler de mevcut, “Şükürler olsun ki doğru” diye karşılayanlar da.

Trabzonspor ne kimsenin cebine sığabiliyor bu dev yapısıyla, ne de Trabzon kentinin sırtında taşınabiliyor. Zira, ülkenin bazı şehirleri son yirmi yılda fersah fersah yol alırken, o Trabzon olduğu yerde bile kalamadı ne yazık ki; geri gitti.

İleri giden kentleri ele alalım o zaman. Gelişimini gıpta ile izlediğimiz Gaziantep, Denizli veya Antalya gibi kentler taşıyabilir mi acaba Trabzonspor’un büyüklüğünü. Karşılayabilirler mi büyük gereksinimlerini? Ya da, bize bildik bileli gelişmiş gelen Kocaeli, Bursa, hatta İzmir? Onlar için “Evet” diyebilecek kaç kişi var acaba?

Hayır! Sadece kent olarak değil Trabzon, İstanbul dışında hiçbir kentimiz, hatta Başkent Ankara bile başaramıyor, hedef şampiyonluk olduğunda. Tamam, futbolda başarı sadece endüstriyel gelişime, gayrisafi milli hasılaya endeksli bir iş değil. Hep söylüyoruz ya; Trabzon’un bu alanda “potansiyel” ve “gelenek” gibi çok önemli iki artısı var. Ancak o da yetmiyor bugünkü düzende. Trabzon’un Trabzon dışındaki “zinde” güçleri de.

Belki de başarının tanımını yeniden yapmak zorunda Trabzon ve Trabzonspor. Şampiyonluk hep bir hedef olarak kalmalı yine; ama günümüz koşullarında sürekli bu hedefe kitlenmemek lazım sanki. “Trabzonsporlu ikinci olmayı bile hazmedemez” sözü, bize sormadan tedavülden kaldırdı zaten kendini. Hem… gayrisafi milli gelir sıralamasında yirminciliği, üviversite sınavı başarısında kırkıncılığı yakalayamayan bir kentin Süper Lig için ikinciliği, üçüncülüğü, dördündülüğü beğenmemesi tuhaf karşılanmalı bir yerde. Ya da tam tersi: futbolda zirvenin hemen altını, ikinci olmayı bile kabullenemeyen insanların çok hayati diğer kategorilerde neredeyse yerin dibine girmeyi umursamaması… Fazla söze gerek yok; vergi rekortmenleri listesinde ilk yüz sırasının ellisini eczane ya da ilaç deposu alıyorsa bir kentte… Hangi maddi imkandan söz edebiliriz artık?.. Hele karşısında rakip olarak ilaç fabrikalarının kenti yer alıyorsa…

Trabzonspor, sadece Trabzon’da yaşayan Trabzonluların değil, dışarıdakilerin de kulübü. Trabzonspor sadece dünya üzerindeki Trabzon kökenli insanların değil, Trabzonspor’a gönül veren herkesin takımı. Fakat Trabzon kenti büyümeden, gelişmeden, sosyo-ekonomik özgüvenini tekrar kazanmadan Trabzonspor’un zirveye çıkması mümkün görünmüyor artık. “Trabzonspor Trabzon’dan yönetilmeli” sözü havada kalıyor maalesef…

Bugün ne Trabzonspor’un Trabzon’u, ne de Trabzon’un Trabzonspor’u taşıyacak gücü yok ne yazık ki. Trabzon’a, kent olarak bir el atmak şart. “Trabzon, Trabzonspor’un şehridir” anlayışından “Trabzonspor, Trabzon’un kulübüdür” boyutuna geçmek gerek belki de, hem Trabzon’un hem de Trabzonspor’un iyiliği için. En azından iki değerli varlığa eşit değer yüklemek.

Ben hem Trabzon’u, hem Trabzonspor’u istiyorum; hiçbirinden fedakarlık yapmadan. Gelişmiş bir kent, çağdaş bir kulüp istiyorum.

Beğeniyle seyredilen bir takım, hayranlıkla gezilen bir kent arzuluyorum.

Biri diğeri için basamak değil… ikisi bir merdivenin direkleri, her ikisi için geliştirilen çağdaş ve uygulanabilir projeler ise aradaki basamaklar olsun diyorum. Ve Trabzonlular… Ve Trabzonsporlular o basamakları önce dizsinler, sonra onlardan yeni mutluluklara tırmansınlar, diye hayal ediyorum.

Büyük ihtimalle de doğru düşünüyorum…