Fırtına, İhtilal, Efsane,Trabzonspor

Futbolcu kentin neresinde?

Tüm ülkede şaşkınlık yaratacak büyüklükte başarılar elde ettikten sonra çok uzun bir durgunluk hatta gerileme dönemi yaşayan takımı hakkında düşünürken, işin her boyutunu getiriyor aklına Trabzonspor taraftarı. Buna, kendi gözlemlerini, birlikte yaşadığı insanların tespitlerini de katıyor; sorguladıkça sorguluyor başarısızlığın nedenlerini. Özden uzaklaşma, altyapıyı hor görme, yabancı sevdası, paralı başkan dejenerasyonu, kentin sosyo-ekonomik küçülmesi, ülkenin ekonomik çehresinin değişmesi derken, sık sık da aklına şöyle bir şey geliyor insanın:

O zamanki efsane kadro şehir insanının içinden çıkmış, yine onlarla yaşamış ve zirveye ulaşmıştı. Son zamanlardaki kadrolarda yer alan oyuncuların ise kentle bir bağı yok. Öz be öz Trabzonlu olanların bile…”

Yukarıdaki düşünceyi öncelikle iki ayırmak ve öyle değerlendirmek lazım galiba. İlki, bu düşüncenin, saptamanın gerçek olup olmadığı; yani, oyuncuların kentle bağının zayıflayıp zayıflamadığı. İkincisi ise, böyle bir durum değişikliği varsa, bunun saha sonuçlarına ve takımın başarısına olumsuz etki edip etmediği.

Bu soruları bizzat bugünün futbolcularına yöneltip onlardan objektif yanıt almak mantıklı değil gibi. Ancak sporcu cephesinin geçmişine ait veriler bulmak mümkün pekala. Efsane kadronun oyuncuları, gerek medya söyleşilerinde, gerekse dost sohbetlerinde geçmişe dalan buğulu gözbebekleriyle ifade ediyorlar, kendilerinin kentin bir parçası olduklarını. Faroz’dan, Sotka’dan, Arafilboyu’ndan çıkan oyuncuların mahalleleriyle ilişkilerini onlardan dinlemek, bir çeşit şampiyonluk turu attırıyor kulaklarımıza. Mahallelinin oyuncusunu maça nasıl hazırladığı, oyuncunun uykusu bölünmesin diye evinin etrafında gürültü yapılmamasına ne denli özen gösterildiği masal gibi geliyor bugün insana. Faroz’un kahvelerindeki o samimi dostluklar, “Rüzgarın Oğlu” sağaçık Ali Kemal Denizci’nin, Faroz tribünün önünde oynadığı yarılarda performansının artması…

Yetmişlerin, halkın içinden çıkıp yine halkın içinde yaşayan, en büyük transfer kazancı bir ev ya da araba olan futbolcularından, doksanların “büyük zengin” oyuncularına gelinirken kent ve sporcu yaşantısında gözlenen değişime bakalım bir de. Ziya Bey sahasından Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri’ne geçiş kadar çarpıcı bir fark var arada. Taraftar ile aynı kahvede sohbet eden, Uzun Sokak’ta, Kunduracılar’da, Maraş Caddesi’nde kolkola yürüyen oyuncudan, astronomik fiyatlı jipinin şoför mahalinden kaldırımdaki Trabzonsporlu’ya yüksekten bakan topçuya dönmüş tablo. Havaalanı çevresindeki kendin pişir kendin ye muhabbetinden, villasının bahçesinde barbekü partisi vermeye ya da.

Futbolcular büyük paralar kazanıp masal kahramanları gibi yaşamaya başlarken, kent insanının reel geliri hep düşme eğiliminde olmuş yirmi yılda. Bilet parasını güç bela denkleştirip balık istifi minibüslerle veya tabanvayla geldiği stadın tribünlerinde sesinin yettiğince takımını destekleyen Trabzonsporlunun da başarısızlığa tepkisi farklılık göstermiş haliyle. Eskiden yenilgiye kızınca oklarını hakeme, federasyona, medyaya ya da zengin İstanbul kulüplerinin profesyonelliğin her numarasını kullanan oyuncuları ile işin her türlü inceliğini bilen yönetcilerine çeviren taraftar, aldığı paranın karşılığını verme sorumluluğunu yerine getirmediğini düşündüğü kendi futbolcusunu sorgulamaya başlamış artık. Sorgulamakla da kalmamış, maalesef hırpalamış ara ara.

Takımdaki Trabzonlu oyuncular dışarıdan gelenlerden daha fazla tepki almışlar başarısızlık dönemlerinde. Formalarına daha fazla sahip çıkmaları gerektiği hatırlatılmış, onların aldığı para daha fazla batmış vatandaşın gözüne. Trabzon kökenli futbolcuların toplumdan saklanma, uzaklaşma, soğuma dönemine girilmiş bu kez de. Trabzon’dan kaçanlar, huzuru sadece İstanbul’da değil, Ege’de, Akdeniz’de arayanlar olmuş. Öylesine bir soğukluk, öylesine bir kırgınlık mevsimi…

Kabul etmeliyiz ki, artık ne yetmişlerin, ne de seksenlerin Türkiye’si, Trabzon’u var karşımızda. İnsanlar arasındaki ilişkilerin kökten değiştiği, sığlaştığı, zayıfladığı bir çağdayız. Sadece futbolcunun şehir insanı ile ilişkisi değil, şehirlinin şehirli ile muhabbeti seyrelmiş, soluklaşmış durumda. Teknoloji çağının yan etkilerinden sıyrılmak mümkün olamıyor bir türlü. Oyuncu da içine kapanıyor; ne takım arkadaşı ile, ne de kent sakini ile ilişkisini arzulanan, özlenen düzeye çekebiliyor.

Paranın ve imajın her şey olduğu bir çağdayız artık. Oyuncunun temel beklentileri para ve şöhret ne yazık ki. Ve, gelecek kaygısından daha açgözlü bir durum galiba bu. Vaziyet Trabzonsporlu oyuncu için de böyle, Trabzon kökenlilerin bir bölümü için de. Taraftarsa dayanamıyor, bu forma aşkının önünde giden para ve şöhret sevdasına. Oyuncu yıllık kazanç kaleminde taraftara büyük fark atmış durumda; oysa işin Trabzonspor sevgisi ve bağlılığı boyutunda taraftar çok önünde oyuncunun. En azından taraftar öyle düşünüyor. İç barışa darbe vuran etkenlerden biri bu işte. İki tarafın arasını açan, takımın başarı şansını törpüleyen tam bir kısır döngü.

Bazı Anadolu kulüplerinin saman alevi parlamalarını saymazsak, İstanbul dışında zirve mücadelesi veren, tüm düşüncesini zirveye odaklayan tek kent Trabzon. Trabzonspor formasını sırtlayan, dışarıdan Trabzon’a gelen oyuncunun işi de çok zor bu yüzden. Üstelik, oyuncu-kent ilişkisi ne durumda olursa olsun, hepsi orta-küçük ölçekli bir şehirde birlikte yaşamak zorunda. İstanbul’daki mesafeler, izafi toplumsal hoşgörü yok Trabzon’da. Futbolcu, taraftar baskısından uzaklaşmak istese de hep menzil içinde yine. Kısa süre için bile başını dinlemesi pek mümkün değil. Söz ettiğimiz kısır döngü de burada işte. Taraftar, futbolcunun sorumluluk duygusunu yeterli düzeyde bulmuyor, aldığı parayı hak etmediğni düşünüyor ve oyuncuya baskı uyguluyor. Oyuncu ise bu baskı altında daha çok hata yapıyor, kentten de kulüpten de soğuyor. Çok yaşandı böyle vakalar yakın zamana kadar.

Trabzonspor’un yeniden başarılı dönemler yaşaması için reçete yazarken işin bu boyutunu da hatırlamak lazım o zaman. İki tarafın da daha olumlu düşünmesini, daha sorumlu davranmasını sağlamak gerekli. Kısır döngü kırılmalı mutlaka. Trabzon’da yaşayan Trabzonsporlu, bordo-mavi forma altında nitelikli oyuncular gömek istiyorsa, şehirde ve camiada huzur ortamı yaratmalı en başta. İstanbul kulüpleri ile parasal rekabette çok geri kalan Trabzonspor’a bu huzur ve sevgi ortamı için gelmeli oyuncular. Trabzonspor’un sempatik, çekici, sarıcı, sarmalayıcı bir görüntüsü olmalı oyuncuya karşı. Sadece dışarıdan gelenler için değil, özkaynak yıldızları için de gerekli bu.

Huzur olmadan olmaz bu iş. Karşılıklı anlayış, birbirine destek olmadan yürümez. Bu takım bu kentin takımı değil hem sadece. Trabzonsporluluk ulusal, hatta evrensel bir anlayış, bir duruş, bir tavır, bir felsefe aynı zamanda. Trabzon kenti, takım kadrosundan büyük olduğunu anlamalı ve sorunun hoşgörü kısmını önce kendi gönlünde, kendi zihninde çözmeli. Bu takım Trabzon’dan çıktı ve Trabzon’a emanet ilelebet. Ve, bu kent, takımı besleyecek sevgiye sahip yüreğinde; bu takımı sarıp sarmalayacak kültür var geleneğinde…