Hayırlısı Olsun
Bir dilin zenginliği neyle ölçülür dersiniz? Kendi, öz kelime sayısıyla mı acaba? Dünya üzerinde o dili konuşanların niceliğiyle mi yoksa; ya da yayıldığı coğrafyanın genişliğiyle?
Sözlüğüne yüz bin kelime sığdıran bir dil, sadece kırk bin kelimesi olan bir başka dilden daha mı zengindir gerçekten? Yüz milyon insanın konuştuğu bir lisan, bir milyarlık toplama sahip lisana göre çok mu fakirdir? Dünyada en yaygın olarak konuşulan dil olarak bildiğimiz İngilizce, aynı zamanda en zengin dil de sayılabilir mi sizce?
Biliyorum, zor bir soru oldu. Yanıtlamak için belki dil bilimci, belki de sekiz on dil konuşabilen bir “dünya vatandaşı” olmak lâzım gibi geliyor size; ama çok da öyle değil işte! Bana göre; bir lisanın zenginliğini, ne kelime sayısı, yani matematiksel kimliği, ne de konuşulduğu ülkelerin çokluğu, yani coğrafi kimliği belirler. Bir dilin asıl ve mutlak zenginliği, bünyesindeki “sorun çözen deyim”lerin çokluğudur. Ve bizim dilimiz, bu açıdan çok ama çok zengindir.
Sanıyor musunuz ki, Türkçe’mizden başka bir lisanda “Hayırlısı olsun” diye bir deyim vardır. İki kelimelik bu kısa cümlecik, dünya dillerinin görüp göreceği en önemli deyime işaret etmektedir. Ne zaman hesaplar karışsa, işler sarpa sarsa, ümitler kırılmaya başlasa, bu deyim Türk insanının yanındadır. Onu tevekküle davet eder, rahatlatır. İşinizden kovulmuşsunuz, aç-bilaç ortada kalmışsınız; olsun, “hayırlısı olsun!” Şirketiniz batma noktasına gelmiş, tıkanmış, bunalmışınız; zararı yok, “hayırlısı olsun!” Evliliğiniz, şiddetli geçimsizlikten yıkılmış, çocuklarınız perişan olmuş; ne yapalım, “hayırlısı olsun!”
Söyleyin Allah aşkına, hangi dil böyle büyük bir kurtarıcıya, böyle güçlü bir sorun çözücüye sahiptir bu evrende! “Hayırlısı olsun” denince akan sular durur bu ülkede. Başınız ne kadar büyük belâda olursa olsun, toplum size bir kez “Hayırlısı olsun” dedi miydi, itiraz falan edemezsiniz artık, “Size göre hava hoş, benim ciğerim yanıyor” diye. “Hayırlı olsun” deyimi sorunu çözmüştür artık, sizin için, yani kişisel açıdan değil elbette; toplumsal açıdan çözülmüştür olay. Toplum rahatlamıştır hattızatında, tansiyonu düşmüştür kamuoyunun. Dert yine aynı derttir, acı yine aynı acıdır ama, konuşulmasına gerek kalmamıştır bundan sonra.
***
Trabzonspor’un sıkıntılı genel kurullarından birine daha saatler kala bir an ümitsizliğe düşsem, güzel Türkçe’miz yetişir imdadıma: “Hayırlısı olsun.”, “Hele şu bayram bir geçsin.”, “Allah deniz kazası vermesin.” Biliyorum ki, şu bayram geçtikten sonra kongre yapılacak ve mutlaka hayırlısı olacak Trabzonspor için. Deniz kazası falan da olmayacak nasılsa. Trabzonspor için deniz çoktan bitti zira. Yedik koca denizi, içtik kana kana. Tüm içindekilerle, en masum yosununa değin her varlığıyla.
Onun içindir ki, herkesin gergin olduğu bir genel kurul öncesi benim içim çok rahat. Mutluyum, huzurluyum, gelecekten umutluyum! Bana bu hoş duyguları ve düşünceleri bahşeden ise Trabzonspor camiası değil şüphesiz; o yarım yamalak konuştuğumuz, bu ülkede İngilizce’nin averajla önünde liderliğini sürdürmeyi güç belâ başarabilen Türk dili var ya, o işte!
Çok sevgili ve bir o kadar da kararsız Trabzonsporlular! Hepinizin tek tek sormasına gerek yok, “Oyumuzu kime verelim?” diye. Otuz bir aralık öncesinde tereddütle sarmalanmış tüm hemşehrilerimize, bu köşeden ortak duyurumdur: “Genel kurula gidin, oyunuzu verin. Kime vereceğiniz önemli değil. Sandıktan çıkan isimlerin Trabzonspor’un kaderine bir etkisi olmayacak zira. Kim kazanırsa kazansın, biliniz ki, mutlaka hayırlısı olacak. Siz oyunuzu huzur içinde verin, nasılsa hayırlısı olacak; öyle inanmışız bir kere!..29 Aralık 2000