Ameliyat Masası

Avni Aker’deki Kurbağa

Şunu peşin olarak söyleyeyim ki, geçen haftaki yazı gibi bu haftakinde de eğlenceli bir şey yok. Takım bir türlü toparlanamadıkça, bende de yazacak hal ve heves kalmıyor. İsterseniz hiç okumaya başlamayın. Ben, kötü de olsa, bir şey yazmak zorundayım; ama siz okumak zorunda değilsiniz.

***

Aslında, kaybedilen her maç sonrasında karalar bağlamanın hiçbir alemi yok. İşimize bakmak zorundayız hepimiz. Sahadaki sonuç sahada kalmalı ve kulübün birimleri her maç bitişinde başlatılmış çağdaş projelerin, kurumlaşma çalışmalarının başına koşmalı. Doğrusu bu, yapılması gereken bu. Ancak koca bir kulüp bütün hesaplarını saha sonuçlarına bağlamışsa üzülmekten başka bir şey de kalmaz tabii. Ne denebilir ki o zaman, “yandı gülüm keten helva”dan başka…

***

Futbolcu kardeşlerimizin, Galatasaray yenilgisinden sonraki üzüntülü ifadeleri içime dert oldu vallahi. Tur atlayamasalar da, şampiyon olamasalar da, hepsini çok ve karşılıksız seviyorum ben. Onlar da biliyor elbette, Trabzonspor’un Şekerspor’dan bir farkı olması gerektiğini, ilk yarısı 2-1 önde kapatılan bir maçı 2-4 kaybetmenin, ancak Şekerspor’a uygun düşeceğini; ama bir şanssızlık, bir beceriksizliktir gidiyor işte.

***

1937 yılı sonlarında bir gecede, kötü niyetli bir rakip takım taraftarı Vasco da Gama sahasına bir kurbağa gömdü ve lanetini dile getirdi: ‘Vasco takımı, on iki yıl boyunca şampiyon olamasın’…” Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneşte Futbol” adlı kitabından bir bölümdü okuduğunuz. Bu büyüden sonra, Vasco da Gama, en güçlü kadroya sahip olmasına rağmen, tam on bir yıl mutlu sona ulaşamamış. Kıssadan hisse… Tam on dört yıl oldu, Avni Aker’deki kurbağayı bulalım artık!..

***

Şimdi de, aynı kitabın “Teknik Direktör” adlı bölümünden bir cümle: “Sabırlı davranan rakip takım, kavramsal olarak net bir galibiyet yakalayamadı…” Küllenmiş bir ateşi karıştırmak istemiyorum asla; ama şeytan da dürtüyor işte. Ne yani, ifade, size de tanıdık gelmedi mi yoksa?

***

Spor servislerinde çalışan dostlarımıza merakla sorardım; “Üstad, eskiden spor sayfalarını gol fotoğrafları süslerdi, şimdilerde ise hep orta saha mücadelelerine meylediyor deklanşörler. Bu işin sebebi hikmeti nedir?” diye. Sorardım sormasına da, pek doyurucu yanıt alamazdım. Sonra sonra, kendi kendime dikkat ederek ulaştım, aradığım gerçeğe. Kale arkasındaki foto muhabirleri, her golde havaya sıçramaktan, birbirlerine sarılmaktan fotoğraf çekmeye fırsat bulamıyorlar ki.

***

Futbol sahalarımızdaki kavga görüntüleri, ana haber bültenlerinin demirbaşı haline geldi son zamanlarda. Bir sahada hakem mi dövüldü, haydi bakalım Reha Muhtar’a. İki takım oyuncuları birbirlerine mi girdiler, yetiş Gülgün Feyman. Seyirciler sahaya inip folklorik dayaktan örnekler mi sergilediler, bağlayın telefonu Jülide Ateş’e. Bir de, boş kaleye geçip gol kurtaran yedek oyuncular, top toplayıcılar var tabii. Tamam, reyting tv’nin ekmeği; ama bu tip görüntüleri baştacı etmek özendiriliciliğe girmiyor mu biraz ? Ekrana getirilen her olay bir yenisini teşvik etmiyor mu sizce?…

***

TV’lerdeki futbol yorumcularının yeni merakı ise, kendi kendileriyle ters düşmek. Adamlar önce çıkıyor, “İstanbul-Anadolu ayrımı yapmak bölücülüktür.” Diye, abanın altından sopa gösteriyorlar. Aradan bir hafta geçiyor, bu kez söylem, “Havuz sistemi, Anadolu kulüplerini güçlendirdi. Büyük takımlara kafa tutup ligi daha renkli hale getiriyorlar.” şeklinde. Ertesi gün, alın size 180 derecelik bir dönüş: “Nasıl oluyor da, Şekerspor takımı Galatasaray karşısında 4 kez gol pozisyonuna girebiliyor, anlamıyorum!” Yahu muhterem! Sen sadece onu anlayamıyorsan çok iyi. Bizim canımız yok mu; biz sizin bu kıvırtmalarınızın hiçbirini anlayamıyoruz!..

***

Bu hafta işin kolayına kaçıp kitap ağırlıklı yazdık ya; üç büyükler dışındakileri bir türlü canı gönülden kabullenemeyen eşitlik özürlü vatandaşlarımıza da, hemşehrimiz Sunay Akın’ın yeni şiir kitabı “62 Tavşanı”ndan bir gönderme yapalım bari: “Kardeşiyle sokaklarda hep / bir örnek giydirilen sen / nasıl sevmezsin eşitliği / yürürken düşen çoraplarını aynı hizaya getirmek için / annen değil miydi önünde diz çöken”