Basında Kulaçoğlu

Ameliyat Masasında Spor Yazıyor (2003-Aksiyon)

3 Şubat 2003 / NECATI KOLA – AKSİYON
 
Ankara Numune Hastanesi Genel Cerrahi Doçenti Hakan Kulaçoğlu, genelde emekli futbolcuların spor yazarlığı yaptığı günümüzde farklı bir spor yazarı portresi çiziyor. Kulaçoğlu, bir taraftan ameliyatlara girip birçok insanın hayatını kurtarırken, bir taraftan da teşhisler ve tedaviler içeren yazılarıyla Trabzonspor’u ve Türk futbolunu kurtarmaya çalışıyor. Şu anda ntvmsnbc’nin internet sitesinde düzenli olarak yazıları yayınlanan Kulaçoğlu’nun Ameliyat Masası adlı bir de spor kitabı bulunuyor.
 

Kulaçoğlu ile ilginç portresini, spor yazarlığını ve Türk futbolunun hastalıklarını konuştuk. – Cerrahlık ve spor yazarlığını nasıl bağdaştırıyorsunuz? 

Öncelikle şunun altını çizmek isterim ki ben bir spor yazarı değil, Trabzonspor yazarıyım. Bu benim uzmanlık konum ve yazılarım aslında aşk yazıları. Mümkün olduğunca objektiviteye bağlı kalınmaya çalışılan sevda yazıları… 1994’te İstanbul’da aylık olarak çıkan Karadeniz Gazetesi’nde ufak ufak başladı. 1995—96 sezonunun büyük kısmını yurtdışında geçirdim. İngiliz futbolunu yakından inceleme şansı buldum. Orada Trabzonspor’un ilk internet sitesini kurdum. Türkiye’ye döndüğümde şampiyonluk dramatik şekilde kaybedilmiş ve camia depresyona girmişti. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. İlk iş olarak Trabzonspor Hekimler Grubu’nu kurduk. Bir de panel düzenledik. Çok seviyeli bir tartışma platformu oldu. Katılım mükemmeldi. Faruk Özak, Ali Kemal Başaran ve Zeki Çol konuşmacı, ben de yöneticiydim. Zeki Çol yazılarımı görmek istedi. Onun aracılığıyla Trabzon’un en önemli bölgesel gazetesi Karadeniz’de yazarlığa başladım. Üç ay sonra Fotomaç’ta Ameliyat Masası köşesini hazırlamaya başladım. Bu adın esprisi, Trabzonspor ve futbolumuzda ilaçla düzelmeyen problemlere radikal çözümdü. Ardından Fanatik’te Mehmet Tan ile bir köşe hazırladık. Benim alt başlığım yine Ameliyat Masası idi. Daha sonra yerel Günebakış Gazetesi’nde yazmaya başladım. Şu anda da ntvmsnbc’de yazıyorum. Bu arada, internetteki yabancı futbol sitelerine de yazılar yazdım. Bunların dışında GOAL, Futbol Plus, Karayemiş, Bordo—Mavi ve Öküz gibi dergilerde yazılarım ve röportajlarım yayımlandı. Arada bir de Radikal Futbol’a yazı yazmaktan çok mutlu oluyorum.

‘Futbolumuz İstanbul’a meyilli bir nehir’

– Spor yazarlığının geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

Ben çocukken spor yazarlığı çok saygın gelirdi bana. Yazarlık hevesim yoktu; ama gazete okumaya bayılırdım. Orta okuldan itibaren sabah gazete okuyamayınca, dağıtım kamyonu gecikince içim kararırdı. Sonra benim mesleki hayatıma başladığım yıllarda bir yozlaşma oldu. Spor gazeteleri çıktı ardı ardına; ama seviye bir türlü tutturulamadı. Bu dönem ve sonraki bir süre çok kötü bence. Son yıllarda ise işin tadının kaçması üstatları rahatsız etti. Hem meslekten gelen ağır adamlar, hem de dışarıdan yazmaya başlayan entelektüellerle yeni bir döneme girildi.

– Bir cerrah olarak, Türk futbolunun hastalıklarını sıralayabilir misiniz? 

Türk futbolunun en büyük hastalıklarından biri emperyalizmdir. İstanbul egemenliğinden kurtulamıyor futbolumuz. Bir dönem Trabzonspor çıktı ve ortalığı dağıttı. Sonra işler yine eskiye, hatta daha beterine döndü. Otorite ve cemaat bundan haz alıyor galiba. Milli Takım’ın ve bazı takımlarımızın çıkışına rağmen sadece adı süper olan ligimizin kalitesi belli bir düzeyin altında kalıyorsa bir şeyler ters gidiyor demektir. Futbolumuz İstanbul’a meyilli bir nehir yatağı gibi. Hem başarı, hem para, hem de oyuncu potansiyeli oraya akıyor. Televole kültürü giderek yerleşiyor. Kent takımlarında biraz sivrilen oyuncuların İstanbul kulüpleri için görücüye çıkması ve gelinlik çağa gelmiş kız gibi başgöz olup İstanbul’a yerleşme hayali kurmaları çok doğal bir olay olmasa gerek.

 Başka hastalıklar yok mu? 

Var. Transfer ücretleri… Oyuncularımız yaptıkları işe göre çok büyük paralar alıyor. Türk futbol endüstrisi, yeterince üretken olmayan ve portföyü çok dar bir sektör. Kulüplerin sıfıra yakın gelirleri ile bu transfer paralarını ödemeleri mümkün değil. Zaten sözleşmeye yazılan paraları ödemiyorlar. Bir dönem yabancıların sayısını artırarak yerli oyuncuların bedelini düşürmeye çalıştık. Bu komik projenin tek sonucu ise ülkeye çok sayıda amatör (!) yabancı girmesi oldu.

– Fanatizm de bir hastalık değil mi? 

Elbette hastalık; ama sadece bizim hastalığımız değil. Fanatizm her yerde var. Bunlar kulüp yönetimlerinden destek, bilinçsiz spor medyasından da methiye alıyorlar. Medya, sadece bunları değil, her türlü seyirciyi tahrik ediyor; sonra da ‘Vah vah, çok yazık!’ diyor. Fanatizmin bir de yerel nedeni var ki o da ülkede hiçbir otoriteye güven kalmamış olması. Başarısız olan herkes suçluyu dışarıda arıyor. Hakem, federasyon, rakip yönetici, medya… Bir de kendi yöneticisine ve oyuncusuna tepki var ki bunun altında da ‘Biz çocuğumuzun ayakkabı parasını bilete yatırırken, siz jeeplerde mankenlerle geziyorsunuz’ itirazı yatıyor. Aslında ne oyuncular o kadar para kazanıp kendilerini toplumdan soyutlamalı, ne de seyirci çocuğunun rızkını futbola harcamalı. Akılcı ve ahlaklı olmayan her şey futbolun dışında kalmalı bence.

‘Trabzonspor, İstanbul’a özenince bitti’ 

– Peki, Trabzonspor’un hastalıkları neler?

Ana hastalığı, özgünlüğünü yitirmesi bence. Kendi olduğu dönemlerde zirvedeydi oysa. Sonra İstanbul’daki rakiplerini taklit etmeye başladı. Aslında Trabzonspor’un hem küçük kent takımı olmanın, hem de büyük takım olmanın avantajlarını bir araya getirmesi yeterliydi. Kalktı, bu ikisinin kötü yanlarından bir sentez yaptı. Sonuç malum. Tıpkı Doğunun ve Batının kavşağındaki Türkiye gibi. Trabzonspor’un bir sıkıntısı da çok büyük bir manevi potansiyele; ama cidden kısıtlı bir kaynağa sahip olması. Büyük manevi potansiyel hep başarı diye bastırıyor, maddi potansiyel ise bunu yeterince karşılayamıyor.

–Gelelim sizin Trabzonspor hastalığınıza. 

Benim Trabzonspor hastalığım yok. Gayet sağlıklı bir taraftarı ve yazarıyım. Sağolsunlar bir röportajda “Trabzonspor’un Akil Adamı” diye yazmışlardı, çok hoşuma gitmişti. Bu tanıma layık olmaya çalışıyorum. Ankara’da oturduğum için her maçını izleyemiyorum. Ama ben Trabzonspor’u hiç seyretmesem de hissederim nasılsa. Trabzonsporluluk çok meşakkatli bir iş. Futbol emperyalizmine karşı durması için onu sevenlerin çok özverili olması gerekiyor.

– Ameliyattayken Trabzonspor’un maçı varsa ne yapıyorsunuz? 

Şu anda ne yapacağını hissettiğim için maçları radyodan dinlemeye gerek duymuyorum. Ama asistanlığım döneminde bir yandan ameliyata girer, bir yandan da maçları dinlerdim.

– Türkiye’deki birçok spor yazarı fanatik ve tuttuğu takımı yazıyor. Sizi de bu kategoriye sokabilir miyiz?

Kesin hayır desem kim inanır ki? Tuttuğum takımı yazıyorum; ama asla fanatik değilim. Kendi kulübümü, kimseyi incitmeden; ama onun haklarına da dil uzattırmadan yazmaya çalışıyorum. Trabzonspor gerçeklerine sataşma olmadıkça cevap hakkı kulanmam. Kullandığımda ise gerçeklerle, arşivle, matematikle cevap veririm. Hem Trabzonsporluluk geleneği, hem de aldığım bilimsel disiplin bunu gerektirir.

– Trabzonspor’un sıralamadaki yeri günlük hayatınızı nasıl etkiliyor? 

Geçen sene Beşiktaş ve Antep’ten beşer gol yeyince işin ciddiyetini anladım ve hemen seferberlik ilan ettim. Bizzat kendi arabamla okuyucuları maçlara götürdüm. Yoksa panikleyip küme düşecektik. Ben elbette hep birinci sırada olmayı isterim; ama bunun mümkün olmadığını bilirim. Benim için Trabzonspor neredeyse sıralama oradan başlar.

‘Ayıba ayıp demek ayıp’

– Yeni kitap projeniz var mı? 

2000 yılında dört yıllık Trabzonspor yazılarımı topladığım Ameliyat Masası adlı kitabımı çıkartmıştım. Şimdi İletişim Yayınları’ndan çıkacak bir Trabzonspor kitabı projesi var. Editörlüğünü ben yapıyorum. Yazar kadrosu ise camianın önde gelen isimleri. Bir de romantik yazılarımdan oluşan bir projem var. Adı, Kârhane’de Romantizm. Futbolumuz maalesef resmen parayı bastırıp istediğinizi yaptığınız bir ortam haline geldi. Ben ve benim gibi romantik yazarlar ise çarpıklıklara işaret edip tuhaf aşk yazıları yazıyorlar habire. Oysa genelevde aşk olmaz. Projemizin adını duyanlardan ‘Ayıp olmaz mı?’ diyenler oluyor tabii. Garip bir ülke Türkiye. Ayıp olan şeyi yapmak değil de yapana ‘Yaptığın ayıp’ demek ayıp oluyor.